Yani, Türkiye’nin bu darbeden ve sonuçta yaşanabileceklerden kurtulması tam anlamıyla bir
takdir-i ilahi gibi duruyor!
Sadece
birkaç saatlik farkla hükümetin
erken istihbarat bilgisi edinmesi sonucu alt üst oluyor darbeciler için her şey.
Kalkışmanın startı aslında akşam saat 22.00 sularında değil, pek çok insanın artık uykuya daldığı 00.00’dan itibaren verilecekmiş meğerse.
Dolayısıyla
köprü ve geçişler de o vakitten itibaren kesilmeye başlanacakmış.
Gelin görün ki
“o gece ihtilal yapılacağı bilgisi ” erken ulaşınca hükümete,
İçişleri bakanlığı derhal İnternet ve televizyonların yayın yaptıkları uydu komuta merkezlerine acil polis gücü yığıyor.
Yapacakları girişimin öğrenildiğini anlayan darbecilerse zamanı mecburen
birkaç saat öneçekiyor ve işe önce
köprüleri kapatıp ardından, Ankara’da MİT, Meclis binası ve Gölbaşı’ndaki Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Merkezi’ni bombalayarakgirişiyorlar.
Peki, tam o sıralarda
Özel Harekat Merkezi’ndeneler yaşanmaktadır?
Darbe heyetinin kimlerden oluştuğu, devlet birimlerine ve sıkı yönetim komutanlıklarına hangi isimlerin oturtulacakları Hükümet tarafından artık öğrenilmiştir ve Özel Harekatta oluşturulan birimler yola çıkarılıp o askerlerin tutuklanmalarına hazırlanılmaktadır!
İşte buna engel olabilmek için önce orayı bombalattı ihtilal subayları ve ilk etapta
17 özel harekat polisi o sıra can verdi.
Planlara göre İnternet ve telefonlar kesilip, televizyon yayınları da susturulduktan sonra girişilecek kalkışmanın ardından sabah saat 05.00’te sokağa çıkma yasağı başlayacak, uyanınca hepimiz karşımızda birer asker bulacaktık!
Erken istihbarat sonucu yapılmak istenenler öğrenilip, televizyon yayınları ve iletişimin kesilmesi de engellenince darbeyi önleyebilecek mucizevi tek şey gerçekleşti ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan halka seslenerek
“derhal sokağa çıkın” dedi.
Muhtemelen hükümete ilk istihbaratı kendi içlerindeki bazı isimler verdi, yine kendi arkadaşları tarafından ihanete uğradılar yani.
Ancak,
Bursa’da yaşanan bir olay var ki, en kritik zamanda en kritik bilgilerin yani
, işin içinde tepeden tırnağa kimlerin olduğuna dair listeyi ele geçirmesini sağladı devletin.
İşte bunu sağlayan kişi de Garnizon ve Jandarma Bölge Komutanı Tüm General Seyfullah Saldık’tan başkası değildi.

Darbeciler kentimizde
sıkı yönetim komutanı olarak Bursa İl Jandarma Alay Komutanı Albay Yurdakul Akkuş’u atamışlardı.
Haberi
daha önce sadece orada yayınlanan pek çok özel bilgi gibi ilkin Bursa Şehir Gazetesi’nden okudum.
Albay Yurdakul Akkuş, bölge komutanı
koskoca bir paşayadüşük rütbeli bir
uzmançavuş göndererek bu durumu tebliğ etmeye kalkıştı.
“Ben kanunsuz emir dinlemem” diyen
Saldık Paşa’nın yumruğu önce astsubayın burnunda patladı ve hemen oracıkta derdest edildi.
Ardından da derhal Bursa Cumhuriyet Başsavcısı Abdulkadir Şahin’le temasa geçti Saldık Paşa.
Olayların başladığı gece Mudanya yolundaki Osmangazi Jandarma Bölük Komutanlığı’nda oturan
Albay Yurdakul Akkuş yakalandığında, çantasındaki darbecilerin ve atananların listesini imha etme fırsatı bulamadı.
Ve böylece Akkuş, Türkiye’deki darbeci subaylar arasında gözaltına alınan ilk kişi oldu.
Kimler yoktu ki o listede?
Tam 81 ilin sıkıyönetim komutanları, Ziraat ve Merkez bankalarının başına geçecek isimler, bundan böyle Türk Hava Yolları gibi kurumları yönetecek kişiler ve daha kimler kimler.
Dünyanın en güç mesleklerinden biridir profesyonel askerlik.
Henüz ana kuzusu olan gençleri daha tüyleri bile bitmeden çocukdenecek yaşta ata ocaklarından koparıp alır sistem.
Onları bambaşka bir tornanın içine sokar ve kendi kalıbına göre biçimlendirir.
Askeri liseler bitirilip de sıra Harp Okuluna gelindiğinde çakı gibi özenilesi birer subay adayıdır artık onlar.
Hele hele mezun olup da kışladaki görevine başlayan her teğmen zaten birer müstakbel general adayıdır.
O vakte gelene dek doğru dürüst
kadın kız görmemişlerdir.
Kendilerine önerilen bir aile dostu ya da konu komşunun kızlarından biriyle erkenden evlendirilirler.
Artık her iki-üç yılda bir taşınılacak yeni yeni iller, çıkılacak şark görevleri ve hiç farkına bile varılmaksızın tüketilecek tek düze birbirlerinin aynısı ömürler onları beklemektedir.
Ömürleri çoluk çocuk oradan oraya
savrulmakla geçer.
Ailelerinin yanına senede 15 gün ya gelinir ya gelinmez.
Gelin hanımlar şöyle bir deniz kenarı, sahildeki askeriye kamplarından birinde vakit geçirmek isterler çünkü.
Anaların, babaların pabuçları çoktan dama atılmıştır bile!
Sinir stres içerisinde birilerinden emir alıp, başkalarına emir vermekle geçer hayatları.
Kışladaki eratı dövemedikleri zaman akşam eve gidince sinirden en ufak bir bahaneyle ya çocuklarına ya da karılarına basarlar dayağı!
Ömür törpüsüdür askerlik.
Ordu evlerinde 10 kuruşa çay içen, 1 liraya saç boyatan ve sürüler halinde oralarda toplanıp şuh kahkahalar atan orta yaşlı çakma sarışın hanımların lakabı “albay öldüren”dir!
Yaşlar ilerleyip
tekaüt de olduktan sonra gardları düşen albay emeklilerini artık,
gençlikte yaşananların intikamını almak üzere
“dırdır” silahıyla evde sabah akşamvurmaya hazırlanan,son derece vahşi ve acımasız
“albay öldürenler” beklemektedir!
Tüm ömürleri emir vermekle geçmiş, yanlarında daima her isteklerini yerine getirmek için hazırolda bekleyen postalarının bulunmasına alışık olan subaylar, sivil hayatta çaycıların bile kendilerine
“posta koymalarına” da daha fazla dayanamazlar ve erken yaşta genellikle sekte-i kalpten ölüp giderler.
Çileyle geçen ancak kısa süren bir ömrün
nimetlerinden faydalanıp,
maaşlarını yemekse
“albay öldürenlere” kalmıştır artık!
Bir subay, pratisyen bir doktorun TUS sınavını kazanmasından çokçok daha zorlu olan
imtihanıkazanıp da
harp akademisini bitirdiği vakit
“kurmay asker” olur ve böylece kendisine
“paşalık” yolu açılır.
Paşa olmak da değildir önemli olan, bir üst rütbeye ulaşabilmek için özel yaşama da son derece dikkat etmek, çoluk çocuk hiçbir açık vermemek gerekir.
Mesela yüksek askeri şurada, karısı sık sık konken oynayan ya da oğlu bar-pavyon gezen bir paşanın zaten yeterli kadro bulunmayan Türk ordusunda rakibine göre yükselme şansı daha en başta sıfırdır.
O kadar zor ve ince elenip sık dokunan bir yaşamları vardır sizin anlayacağınız.
Ve kendilerine ilk andan itibaren aşılanan
“bir Türk subayı olmanın” onur ve gurunu” taşırlar hepsi.
Hepsi
Koca Tepe’den, Afyon Ovası’na aynı bir boz kurt gibi atılmaya hazır ve yine tümü kendilerine verilen görevi zamanında yerine getiremedikleri vakit merhum
Reşat Çiğiltepe gibi mermiyi beyinlerine sıkmaya son derece kararlıdır.
Önceki akşam emniyet müdürlüklerine
polisler tarafından başlarından bastırılıp aşağılanarak getirilen, sonra da duvarın dibinde tekmil vermeleri istenen generalleri görünce utandımhallerinden.
Darbe başarılı olamazsa
“bir-ikisi onurlarıyla intihar eder” diye düşünmüştüm.
Polisten
yedikleri iki tokatla muma dönmüş o anlı şanlı, süslü püslü yıldız ve sırmalar taşıyan
koca koca paşalar gördüm ekranlarda.
Yüzlerinde haysiyetten eser yoktu.
Sembolik de olsa hiç biri en ufak bir direniş gösterip, tek söz bile söyleyemedi.
12 Eylül’ün zindanlarında işkence görüp, en ağırlarına bile aylarca katlanan dönemin gençleri bile bunlardan çok daha fazla inançlı, dirençli ve onurlu insanlardı.
Meğerse
“boklu paşaymış” bu darbeye kalkışanlar!
Bir harp sırasında düşmandan yiyecekleri iki tokatla devre dışı kalıp, ülkeyi teslim edecek kadar ciğersizmiş hepsi!
Sadece yapıp ettiklerine değil, bu
acınası pespaye hallerine de
“yazıklar olsun” diyorum, başka da bir şey demiyorum, onu da söyleyeyim.