Yazarlar

Nâzım Hikmet’in Sedası Bursa Semalarında

post-img
“Yedi yıldır Uludağ’la göz göze bakışıp dururuz. Ne o kımıldar yerinden, Ne de ben, Lakin birbirimizi yakından tanırız.” Nâzım Hikmet, uzun yıllar yaşadığı hücresinden bu satırlarla sesleniyordu... 2002 yılı dünyada “Nâzım Hikmet Yılı” olacak. Nâzım Hikmet, tüm dünyanın tanıdığı, sevdiği bir şair. Halkın gönlünü fethetmiş bu güzel şairimiz, devlet tarafından ise reddedilmiş, yurttaşlıktan çıkarılmış bir Türkiyeli. Atatürk gibi Selanik’te doğmuş, ama Bursalı sayacağımız kadar, ömrünün büyük bölümünü Bursa’da geçirmiş bir şair. Hayatının en acı, en verimli günlerini Bursa’da geçirmişti. 13 yılına yakın Bursa Cezaevi’nde yaşamış, Uludağ’ın havasını solumuş, Pınarbaşı suyunu içmişti. Nâzım hiçbir şehirde bu kadar uzun yaşamadı. İşte o nedenle Nâzım Bursalı. O nedenle Nâzım Hikmet’e Bursalılar daha çok saygı duymalı ve sevmeli. Çünkü onun kaleminden, onun şiirlerinden Bursa kenti ve Bursa insanlarını tüm dünya okundu. Bursa’yı ve Bursalıları en iyi o anlattı. Cezaevi koğuşundaki kuş “Sen elâ gözlerinde yeşil hâreler, sen büyük, güzel ve muzaffer ve ulaştıkça ulaşılmaz olan hasretimsin...” Nâzım, en güzel hasret şiirlerini Bursa’da kalemi aldı. Türk insanını en iyi anlatan şiirleri Bursa Cezaevi’nde yazdı. Şiirleriyle çağı aşan Şair Baba, uzun yıllar ufacık bir odaya mahkûm... Nâzım Hikmet, en rahat zamanlarında bile cezaevinde tecrit edilmişti. 12 yılı aşkın süre Bursa Cezaevi’nde kalan Nâzım ile ilgili Bursa gazetelerinde çok az şey bulabilirsiniz. Hatta hiçbir diyebilirim. Bunun en önemli nedeni, sakıncalı bu mahkûmla yapılacak bir görüşme, başlarına iş açabilirdi. Nitekim 1941 yılında, Bursa’nın en ünlü gazetecilerinden İsmet Bozdağ, temsilcisi olduğu Vatan gazetesi adına bir iş görüşmesi yapınca, daha o gün Belediyedeki işinden sürülür ve istifaya zorlanır. Bu olaydan sonra hangi Bursalı gazeteci Nâzım’la ilgili bir görüşme ve haber yapabilirdi ki? Ancak yine de bir Bursa gazetesinde, Nâzım ile ilgili bir haberin yayınlandığını gördük. 30 Kasım 1946 tarihinde, “Yarın Pazar” adlı haftalık bir gazete yayınlanır Bursa’da. Sahibi ve sorumlu müdürü ünlü tarihçi Sabahattin Selek’ti. İşte bu gazetenin 5. sayısında Nâzım Hikmet ile ilgili bir röportaj yapılmış. Daha doğrusu, aslında Bursa Cezaevi ile ilgili bir dizi yazının bir bölümüdür bu. Doğrudan Nâzım Hikmet ile ilgili bir yazı değil. Cezaevi anlatılırken, gözleri Nâzım’a takılmış gibi... Bu röportaja göre o tarihte Nâzım Hikmet, “mahkûmlardan tecrit edilmiş veziyette, üst kattaki bir odada oturuyordu.” Ancak muhabir, Nâzım’ın cezaevindeki odasında bir kuş kafesi olduğunu görmüş. Çünkü her zaman kuş, mahkûmların hürriyet özlemini simgeler... “Enternasyoneli tutuklayın!..” Nâzım 1933 yılında, enternasyonal bildirisi dağıtma suçu nedeniyle Bursa’da yargılanmıştı. Bursa’daki bu yargılamayı, ünlü Bursalı gazeteci İsmet Bozdağ da izlemişti. Bozdağ, o tarihte daha lise öğrencisiydi. Adliye binası önünde kalabalık bir meraklı topluluğu arasında, “mavi gözlü, hoş bir kişi olan mahkûmu” gördüğünde meraklı bakışlarla çevredekilere kim olduğu sormuş. -Komünist Nâzım Hikmet!.. O tarihte komünistliğin ne olduğunu bilmeyen Bozdağ, bunun bir marangozluk veya berberlik gibi bir meslek olduğunu düşünmüş önce. Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava oldukça renkli geçmiş. Konuşulanları pek anlamadığını ve hatırlayamadığını söyleyen Bozdağ, savcının sürekli Nâzım’a dönüp; “Bu komünist!..” diye hitap ettiğini hatırlıyor. Savcı, elinde tuttuğu bir kâğıdı (enternasyonal bildirisini) sürekli Nâzım’ın yüzüne doğru salladığını hatırlıyor. Sonra mahkeme başkanı Nâzım’a seslenmiş: -Maznun ayağa kalk!.. Savcı beyin söylediği beyannameyi sen mi yazdın? -Hayır efendim... -Peki, kim yazdı? -Enternasyonal!.. Hâkim zabıt katibine dönüp: -Yaz bakalım. Mazmuna soruldu, cevaben “enternasyonal” denildiği için, müteakip celsede Enternasyonal’in mevkufen celbine ve davanın ertelenmesine karar verildi... Nâzım Bursa’da açlık grevi yapıyor “Ben içeri girdiğimden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.” “Katillikten yatan Osman, beni içeri düştüğümden beri, yedi buçuğu doldurup çıktı, dolaştı dışarıda bir vakit, sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar, dün mektup geldi, evlenmiş, bir çocuğu doğacakmış baharda.” Nâzım, yukarıdaki şiirinde olduğu gibi, her tür adi suçtan insanların girip çıktığı bu cezaevinde, hiç yoktan yıllardır yatmasına dayanamıyordu. Bir de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Bursa Cezaevi müdürlüğüne baskıcı bir müdür gelince, Nâzım’ın hayatına sınırlamalar getirildi. Cezaevinde baskılar artırıldı. 12 yıldır da aralıksız cezaevinde yatan Nâzım Hikmet, bunalmaya ve isyan etmeye başladı. Yıl 1950, Demokrat Parti iktidardadır. Demokratik bir hava esmektedir. Ülkedeki aydınlar Nâzım’ın bunaldığını ve sağlığının bozulmasından endişeli olarak, af edilmesini istemeye başladı. İşte tam bu sırada Nâzım’ın Bursa Cezaevi’nde açlık grevine başladı. Nâzım ile ilgili anı ve kitaplarda pek rastlayamadığımız bu açlık grevi hikâyesi, o günün gazetelerinde günün gününe verilmekteydi. 7 Nisan 1950 tarihli Son Posta gazetesini haberine göre Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nde açlık grevi yapacağı duyuruluyor. İki gün sondaki haberde ise “Nâzım Hikmet Bugün Açlık Grevine Başladı” haberi ile gerçekten Nâzım’ın 7 Nisan tarihinde son yemeğini yiyerek açlık grevine başladığı yazılmaktadır. Sağlığı iyi durumda olmayan Nâzım’ın açlık grevini sürdürmesinin iyi olmayacağı söylemesine karşın, grevi sürdüren Nâzım hastalandı. Bursa cezaevinde görüşen bir muhabir şaire: -“Açlık grevini sürdürmeye kararlı mısın?” sorusu üzerine verdiği yanıt “evet” olunca muhabir tekrar sorar: -“Kendinizi öldürmek mi istiyorsunuz?” sorusu üzerine, ifade edilmez bir tebessümle dedi ki: -“Hayır, yaşamak istiyorum. Ama herkes gibi...” Nâzım Hikmet’in hiç yoktan yıllarca hapis yatmasına razı olmayan aydınlar: İbrahim Çallı, Refik Fersan, Falih Rıfkı, Cahit Sıtkı, Orhan Veli, Adnan Saygun, Mesut Cemil, Melih Cevdet, Nurullah Ataç gibi ülkemizin tanınmış tüm sanatçılarının imzaları taşıyan bir dilekçe, Nâzım’ın açlık grevine başladığı gün Cumhurbaşkanlığına verildi. Cezaevi doktoru ise grev konusunda ısrarlı olan Nâzım’a zorla veya enjeksiyonla gıda verileceğini söyledi. İşte bu kararlılıkla başlayan Nâzım’ın açlık grevi macerası ancak iki gün sürdü. Rahatsızlanan Nâzım, Yalova yolu ile İstanbul Cerrahpaşa Hastanesi’ne götürülerek tedavi altına alındı. Bursa Hapisanesi bir okul Nâzım Hikmet, Bursa’daki esaret günlerini tüm olumsuzluklara karşın verimli kılmıştı. Sanatta en verimli günlerini yaşamıştı Bursa Cezaevi’nde. Nâzım, her ne kadar o günlerde devletin resmi görüşüne göre “vatan haini” ise de, devlete büyük hizmetler yapmış bir ailenin çocuğuydu. Soylu bir aileden geliyor. Dedesi Nâzım Paşa hem asker, hem de şairdi. Babası çevirmen, annesi Celile Hanım ise ressam. Ve en önemlisi de Kurtuluş Savaşı önderlerinden General Ali Fuat Cebesoy, Nâzım’ın dayısıydı. Dahası, Nâzım’ın yattığı Bursa Cezaevi’nin müdürü Tahsin Akıncı, dayısının yaveriydi. İlk yıllarda Bursa Cezaevi’nde rahat günler geçirdi Nâzım. Hatta İsmet Bozdağ’a göre haftada bir kez Çekirge’deki Hayat Oteli’nde banyo yapmasına izin verilmekteydi. İşte bu nedenle Nâzım, Bursa Cezaevi’ni bir okula dönüştürmüştü. Kumar ve esrarkeş yatağı olan cezaevine 2-3 dokuma tezgâhı aldırarak, iplik işliyor, hem para kazanıyor, hem de diğer mahkûmları eğitiyordu. Hatta bu okulda, cezaevinin müdürünün kızı Şehnaz bile vardı. Şehnaz Hanım, Nâzım’ın şiirleri daha yayınlanmadan, tüm ülkede yayılmasını sağlamıştı. Nâzım’ın birçok şiiri, ölümünden sonra yayınlanmasına karşın, bu şiirler herkesin dilinde dolaşıyordu. Nâzım, Bursa Cezaevi’nde yatan sıradan Türk köylüsünün ne kadar hünerli olduğunu göstermişti. Seçköylü İbrahim Balaban, cinayet suçuyla yattığı Bursa cezaevinden, dünyaca ünlü bir ressam olarak çıkmıştı. Cezaevi kalemindeki Orhan Kemal de ünlü bir hikâyeci olacaktır. Müşkileli İsmail Başaran da iyi bir şair olarak yetişecekti Bursa Cezaevi’nde. Nâzım bir taraftan mahkûmları yetiştirirken, diğer yandan da, Anadolu insanını yakından bu cezaevinde tanıma fırsatını tanımıştı. Onların penceresinden dünyaya, hayata bir başka bakmayı öğrenmişti. Şiirlerini cezaevinde bağıra bağıra okur, şiirleri hakkındaki eleştirileri önce mahkûmlardan alırdı. Bu nedenle Nâzım, sadece aydınların değil, herkesin okuyup sevdiği bir şairdi. Bursa Kalesi/Hapishanesi yıkılmamalıydı... “Yüreği delinip batmadan şarkısı tükenip bitmeden cennetini kaybetmeden yatar Bursa kalesinde.” Bursa Cezaevi, gerçekten Nâzım için bir Bursa kalesiydi. İki kez yattığı Bursa Cezaevi’nde 13 yıla yakın bir süre yatmıştı. Sadece Nâzım Hikmet değil, Orhan Kemal, Ressam Balaban gibi birçok sanatçının yıllarca yaşadığı bu bina artık yok. Binanın yıkımını engellemek için gerekli çaba gösterilmedi. Bursa Barosu bile, biran önce yeni adliye binasına kavuşmak için göstermelik bir tepki koydu. Nâzım Hikmet’in uzun yıllar yaşadığı cezaevi binası herşeyden önce tarihsel bir anıttı. Yapımı 1911 yılına inmektedir. 1916 yılının Mayıs ayında ise faaliyete açılmıştı. Bursa’da, bu döneme ait kaç tane yapı vardır söyler misiniz? Bir dönemin en önemli yapısını yıkanların derdi aslında, cezaevinin tarihsel ve anıtsal kimliğinden çok, Nâzım gibi birçok solcunun yattığı bu yapının bir tapınağa dönüştürülme endişesiydi. Peki, binayı yıkınca her şey unutuldu mu dersiniz? Hayır!.. Hayır!.. Nâzım’ın Bursa Cezaevi’nde haykıra haykıra okuduğu o şiirler ve sözler havaya uçtu, sürekli geziniyor Bursa semalarında. Eğer frekanslarınızı iyi ayarlarsanız, siz de onu işitebilirsiniz: İşte bakın ben işitiyorum onu: “Yaşamak... bir ağaç gibi, tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine”

Diğer Haberler