Yazarlar

Eşek meselesi

post-img

Bundan bir süre önce genç ve bakımlı iki kadın valideye gelerek “kiraya çıkardığı daireyi tutmak istediklerini” söylerler.

 

Kendi de aynı binanın üst katında oturan “Hanım Sultan” bu beklenmedik iki yalnız hatunu şöyle tepeden tırnağa süzüp, bir-iki de soru sorduktan sonra “Ee tamam yavrum, gerekli evrakları imzaladıktan sonra yerleşin madem eve” yanıtını verir.

 

Gel zaman git zaman, hatunların binaya giriş-çıkış saatlerinde bir gariplik olduğunu sezer ancak, belli de etmez!

 

Aslında gelenler annemi çok sevmiş, O da yeni kiracılarını hüsnü niyetle karşılamıştır.

 

Arada bir yukarı çıkıp, “Hadi teyze, bir kahve yap da içelim, senin elinden çıkan çok güzel oluyor” diyerek misafirliğe gelirler.

 

İşte öyle bir gün bizim Hanım Sultan artık dayanamayarak sorar:

 

-Kızım siz ne iş yapıyorsunuz?

 

Öyle ya…

 

Kadınlar akşamın geç saatinde evden çıkmakta, her gün sabaha karşı gelmektedir.

 

Hani vardiya usulü çalışsalar dahi hep gece, hep gece, vardır bu işte bir gariplik.

 

Önce birbirlerinin yüzüne bakıp, sessiz bir şekilde anlaştıktan sonra verirler yanıtlarını.

 

Hem böyle bir sorunun günün birinde cevaplanmak zorunda olduğunu da gayet iyi bilmektedirler.

 

Önce sarışın olan girer söze:

 

“Teyzeciğim biz seni çok sevdik, onun için de yalan söyleyip kandırmak istemiyoruz. O..pu’yuz biz!..”

 

Dokuz yaşından beri hiç aksatmadan namaz kılan, dini vecibelerini sürekli yerine getirmeye çalışan Valide, gün görmüş bir kadındır; hiç bozuntuya vermez:

 

-İyi de kızım, gittiğiniz bir işyeri ya da her hangi bir mekan var mı sizin gece gece?

 

“Biz müzikholde çalışıyoruz teyzeciğim!..”

 

-O ne demek yavrum?

 

“Teyze şimdi oraya erkekler geliyor, biz de onların yanına oturup olabildiğince çok içki içirmeye çalışıyoruz!..”

 

-Kızım, adam kısmı sarhoş olunca rahat bırakmaz ki sizi!

 

“İçtikleri mühletçe birazcık oramızı buramızı ellemelerine müsaade ediyoruz tabi ancak, hepsi o kadar!.. Mekana gelen müşteriyle yatmak kesinlikle yasak! Çünkü racona göre onların parayı dükkan sahibine, onun da bir kısmını bize akıtması gerekiyor!..”

 

-Hay Allah yavrum ne desem ki? Allah kurtarsın sizi ama ya başınıza kötü bir şey gelirse?

 

“Yok korkma teyzeciğim… Biz işi biliyoruz… Hem de ‘eşek avlamak’ çok keyif veriyor bize”!..

 

-Eşek avlamak mı? O ne demekmiş yavrum?

 

“Şimdi teyze, adam haftalarca bize gelip, çoluk çocuğunun nafakasını harcadıktan sonra artık birlikte olmak istiyor ve durmadan randevu istiyor!.. Bakıyoruz ki maddi olarak tükenmiş, anlıyoruz artık durumu!.. İşte o zaman da iki arkadaş aramızda anlaşıp, bir akşam dışarısı için sözleşiyoruz…”

 

-Eee?

 

“Önce iyi bir restorana götürüp kendimize ziyafet çekerek adamı çakır keyif hale getiriyoruz. Sonra arabada giderken birimiz, “Ay ya, evde de yiyecek içecek bir şey kalmadı, acaba bir markete mi uğrasak” diye ortaya bir laf atıyor”!

Adam da artık kısa bir süre sonra muradına erecek olmanın keyfiyle, rotayı en yakın alışveriş merkezine çeviriyor doğal olarak…”

 

-Sonra?

 

“Şöyle bir aylık ihtiyacımızı karşılayacak kadar her türlü üründen bolca en az iki market arabası dolduracak kadar alıyoruz. Kasada parayı adam ödüyor tabii!..”

 

-Kızım, bu adam milleti bu kadar A. salak mı?

 

“Aynen öyle teyzeciğim… Hele biraz yaşını başını aldıysa fırıldak gibi oynuyoruz heriflerle!..”

 

-Sonra hep birlikte buraya mı geliyorsunuz?

 

“Yok teyzeciğim, oturduğumuz mekana kimseyi getirmeyiz biz. Şehrin içinde sürekli kullandığımız bazı apartmanlar var…”

 

-Oralara mı götürüyorsunuz?

 

“Hayır teyzeciğim. Binanın önünde durunca mesela ışığı yanan ikinci katı gösterip, ‘İşte evimiz burası’ diyoruz… ‘Lakin her halde erkek kardeşim gelmiş. Biz yukarı çıkalım, sen arabada bekle, yarım saat içinde onu savdıktan sonra pencereden el sallayınca gelirsin’ deyip, poşetleri de yüklenerek giriyoruz içeri!..”

 

-Adam bekliyor mu?

 

“Beklemez mi hiç!.. Fakat aradan saatler geçip de camdan el sallayan kimse olmayınca fark ediyor durumu?”

 

-Ee sonun da yukarı çıkıp, kapıyı çalar?

 

“Çıksın! Biz yokuz ki orada… Seçtiğimiz apartmanların bir girişi, bir de arka sokaktan çıkışı oluyor!.. O ayılıncaya kadar biz çoktan evde pijamalarımızı giyip, uykuya dalmış oluyoruz!.. Bir taksi durdurup, hemen kaçıyoruz çünkü!.. İşte bu olaya bizim tabirle ‘EŞEK AVLAMAK’ deniyor!..”

 

-Peki, adam ertesi gün sizin müzikhole tekrar gelir?

 

“Geliyorlar da zaten!.. Fakat kapıdaki fedaileri bilgilendirmişiz… İçeri asla giremiyorlar!.. Çok da inat ederlerse üstüne bir de bir araba sopa yiyip uzaklaşmak zorunda kalıyorlar oradan”!..

 

İnci Taneleri dizisini izleyip de Dilberlerin peşinden koşmaya kalkışanlara “kapak” olsun bu muhabbet!

 

Yaşanmış bu gerçek hikaye burada bitmiyor tabii, sevgili okur…

 

Ardından valide rica ediyor, “Kızım” diyor kadınlara, “burası bir aile apartmanı. Diğer komşular durumu öğrenirlerse ciddi sorunlar çıkabilir. En iyisi siz kısa zamanda başka bir ev bulup çıkın yavrum.”

 

Kırmıyorlar annemi, birkaç ay sonra da haneyi boşaltıp taşınıyorlar.

 

“Eşek avlama” süreci her safhada sürüyor memleketimde; sadece barlarda pavyonlarda değil, her yerde, hayatın her kesitinde…

 

Üstelik şimdi de tam zamanı, sezon başladı artık, yani seçmeni “eşek” olarak gören bazı politikacılar için “hasat mevsimi” bu günler!..

 

Görevde kaldığı süre içinde sürekli aşağıda yukarıda birilerini doyurarak “yeniden aday olanlar” o mühre tekrar sahip olabilmek için, “Halkın kendi birikimlerinden mutlaka yararlanmaya devam etmesi gerektiği” savını öne sürüyorlar!..

 

Ulan senin ne birikimin var ki, o makamı işgal ettiğin sürede indirdiğin paralarla kendine han hamam, değeri milyonlar eden villalar, araziler, oteller kapatmaktan başka?!.

 

Halkı mı düşündün yoksa, özel kalemine alarak memur yapıp devlete soktuğun bal baldızlardan tut da eş, akraba ya da sana yol veren partililerini mi?

 

Yetmedi mi milleti “eşek” yerine koyup, seçildikten sonra arka kapıdan tüyerek her sözünü arsızca unutan ey politikacı müsveddesi…

 

Bu milleti, bu milletin alın teriyle ödediği milli serveti yiyip sömüren, karısının altına milyon dolarlık jeep’ler çekerek  semiren, Umreye gitmeyi bile bu işe tahvil eden A. Budalası nalet herif!..

 

Yediklerin senden, çoluk çocuğundan çıkmayacak mı sanıyorsun günün birinde?!.

 

Kimi Atatürk satar bunların vatandaştan oy isterken, kimi gerçekte hiç yaşanmamış laiklik, kimi sözde demokrasi satar, kimi futbol…

 

Kimi “Türkiye İran olmayacak” diye bağırırken, öteki de  “din” satar…

 

Kimi “asalet” satar, kimi “babasını, dedesini”!..

 

Vaatlerin çoğu kalp yani, sahte ve samimiyetsizdir…

 

Bir daha hiç görmeyecekleri insanların gittikleri yerlerde ellerini, tükürüklerini akıta akıta yanaklarını öperler; seçmene el ense atıp, sanki kırk yıllık dostmuş gibi bedenini sıkarak kucaklar bunlar!..

 

Her seçimde sürekli “Öpülen” garibim de öyle sevinir, öyle sevinir ki; “beni hayatta mühim gördüğüm hiçbir insan öpmedi ama filanca partinin adayı üstüne bir de sarıldı” diyerek gidip oy verir!

 

Oysa “aday” işe “öpmekle” başlamıştır, bu tek taraflı sevişmede filmin devamı seçildikten sonra gelecektir!..

 

Gidilen yolda “partnerler” çoktan yerleşmiş, yerleştirilmiştir yanına…

 

İmar komisyonuna alıp, rantı birlikte paylaşacakları belediye meclis üyeleri, müteahhitler, partili çakallar, belediyedeki kemik yalayıcı bürokratlar heyecanla beklemektedir ağızları sulanarak sonucu.

 

Paylaşmazsan kustururlar!

 

Güya “hayır işlemek” amacıyla vakıflar, dernekler kurulur.

 

İnşaat, imar değişikliği mi yapacaksın, ruhsat mı alman gerekiyor, her şeyin bir bedeli, bir tarifesi vardır koçum!

 

Bir ilçeye neden onlarca belediye başkan adayı çıkar eğer birikimi, işi gücü varsa, kendi dünyasında eviyle, ailesiyle barışık, yaşayıp gidiyorsa?

 

İnanın bu görevlere gerçekten hizmet için gelen insan sayısı çok, çok azdır Türkiye’de.

 

Bir insan niye belediye meclis üyesi olmak için çırpınır?

 

Öncelikle “avantasını” gözeterek vatandaş ve belediye arasında iş takipçiliği yapar bu insanlar.

 

Yaptıkları her toplantı için harcırahlarını alıp, senede birkaç sefer yurt içi, yurt dışı olsun masrafının belediye bütçesinden karşılandığı “inceleme” (!) gezilerine katılırlar.

 

Oralarda ayrıca neleri incelediklerini söylememe gerek yok herhalde?

 

Çünkü o memleketlerde de vardır bolca “eşek bekleyen”!..

 

Hele hele bir de imar ve bütçe komisyonu gibi yerlere atabildi mi kapağı, rüşvetler çekirdek kadroya, ihaleler yandaşlara gider.

 

Paylaşmazsan kustururlar!

 

Hiçbir şeyden haberi olmayan benim saf vatandaşımsa “öpülmüş olmanın” mutluluğuyla bir 5 yıl sonrasını beklemeye koyulur.

 

İllüzyon yani, göz boyama sürer gider, önce billboardlara yapıştırılmış afişlerle, pankartlarla, parası ya belediye bütçesinden ya da adaydan medet uman müteahhitlerden toplanan kaynaklarla karşılanan seçim kampanyalarıyla…

 

Seçildikten sonraysa her türlü hizmet alımından, işe sokmalardan, imar rantından, hatta sözde halk için yapılacak konserlerin menajerlerinden bile alınacak komisyonlar çantalarda dövize, altına ya da kıratı yüksek pırlanta taşlara dönüştürülerek gidip gelecek, elde edilen ayni mal ve servet ya kardeşlerin, ya kayınbiraderlerin, ya da dünürlerin üzerine yapılarak gizlenmeye çalışılacaktır!

 

Bu arada…

 

Halk arasında bir laf vardır, “Parayı bulan erkek önce işini, sonra arabasını, ardından da eşini değiştirir” der eskiler!..

 

Modern cariyelerle, eskort kızlarla, Dilberlerle yetinmez bu insanlar!

 

Büyük olasılıkla belediye çevresinden bir hatuna takılarak eski karılarını boşayıp, yenisini alırlar.

 

Tabii, yıllarca boklu donlarını yıkadığı malını ve yediği naneleri gayet iyi bilen eski eş susması için yeterince doyurulup, üzerine sürüyle gayrı menkul yapılması da şarttır bu arada; yoksa, kadın günün birinde bir öttü mü ortada ne para kalır ne de mülk!

 

Hayatın getirdiği güçlükleri unutup başa çıkabilmek için yaşamları boyunca çıktıkları güven dolu yere tekrar tekrar girmeye, ilk beslendikleri yeri yine emmeye çalışırlar; doğanın anayasası ve motivasyonu pek çok erkek için işte budur!

 

Aslında birer Caretta Caretta yavrusu gibidir hepsi!

 

Çıktıkları yere geri dönmeye çalışırlar habire!

 

Artık gittikçe yaşlandığı için kendinden genç karı ona şarttır lakin, hangi partiden olursa olsunlar estetik uzmanlarının en çok kâr bırakan müşterileri de yine bunlardır!

 

Gerdan aldırırlar, artık düşen göz kapaklarını kaldırtırlar, oluşan kırışıkları gidererek botokslarla, ışın dolgularla, plastik cerrahiyle olabildiğince genç ve dinamik görünmeye çalışırlar!..

 

Saç ektirir bir kısmı, ardından her gün en pahalı berberlerden randevu alarak başlarlar mesaiye.

 

Hadi bilin bakalım, saç da ektirmiş, ayrıca kendini tornadan geçirtmiş, Bursa Büyükşehir adayları arasında kim var?

 

Ve yeni karılarının en büyük emeli bu adamlardan pardon, bu servet sahibinden ne yapıp ne edip mutlaka bir çocuk yapmaktır geleceğini güvence altına almak için.

 

Yarın başka bir karı için kendisini de boşarsa bu hırsız, arsız  herif, ne yapacaktır ondan sonra?

 

Suni dölleme merkezleri, kadın doğum hastaneleri hatta yurt dışındaki sperm bankaları da bunların emrine amadedir artık!

 

Para b.k gibidir!

 

Her şey gizli gizli yapılır…

 

Yeter ki sırlar dökülmesin ortaya!

 

Partileri bir futbol takımı, seçim dönemlerini bir karşılaşma gibi gören seçmen kendini çok önemliymiş gibi hissederek oy verir.

 

Mesela muhafazakar bir partiyi desteklerken gidip, kendini aslında hiç olmadığı halde solcu gibi lanse edip başka bir kesimin desteğiyle ayakta duran partilere oy vermez.

 

Muhafazakar, muhafaza edendir çünkü o!

 

Mesela yıllarca oy verdiği Ak Parti’den cayan biri muhtemelen Ya merhum Erbakan’ın oğlu Fatih’e kurdurulan “Yeniden Refah Partisi’ne” ya da artık yaşlılıktan ötürü bastonla ayakta zor duran, prostat büyümesinden dolayı çişini güç bela tutabilen tekaütlerin ısrar ve büyük bir hırsla ellerinde tutmaya çalıştığı “Saadet Partisi’ne” yönelir!

 

Hatta cami imamının bile aday gösterilmesinden mutluluk duyacak, artık tek emeli ahireti kazanmak olan bu cami cemaatinin kapısını çalabileceği başka bir yer de yoktur zaten.

 

Adayın kimliği, kişiliği, birikimi hiç önemli değildir kendini sağcı ya da solcu hisseden fanatik kesimler için.

 

Dincinin de yobaz olanı berbattır, solcunun da!..

 

Dediğim gibi, günde 1 saat çalışarak devletten maaş ve lojman alan, mezarlıktaki defin işlemlerini, ölünün 7 ve 40’ını rant kapısı gören, mevlüt taleplerini iştahla bekleyen, cenaze namazına uzun süredir mevta gelmeyince gidip depodaki tahta tabutlara vurarak “Kurudunuz, kurudunuz” diyerek kendine totem yapan bilim cahili din görevlisi en makbul insandır kimileri için!..

 

“Kimisi siyasette babasının, dedesinin rantını yemeye çalışır” dedim ya hani?

 

Bunun en bariz, en gözde örneği Fatih Erbakan’dır mesela…

 

Aynen şimdilerde yine ya CHP’nin Nilüfer adayı Şadi Özdemir ya da Büyükşehir Adayı Mustafa Bozbey’e iskele alabanda yapmaya çalışan Feza Soysal isimli organizatör gibi yaşamı boyunca hiçbir yerde dikiş tuttuğunu görmediğimiz, gençliği son model lüks spor arabalarda geçen, vücudundaki kılları ağarmaya başladığı vakitse “dava adamlığına” soyunan Fatih Erbakan…

 

Yaptığı toplantılarda hala kadın ve erkekleri birbirinden ayıran, karısına ve kendine güvenemediği için eşini kara çarşaflara sokarak üstelik bunu Allah’ın istediğini sanıp, şartlanmış, Arap kafalı beyinlerin avcılığına çıkan Fatih Erbakan…

 

Kendisini bir toplantıda ilk dinlediğimde şaşırarak fark ettim ki, adam “göz temasından” kaçınıyor!..

 

Aynen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli gibi karşısındakilerle göz göze gelemiyor bir türlü!

 

Videolarını izlerken dikkat edin el sıkarken bile göz temasından kaçınıp, sıklıkla yere doğru bakıyor Fatih de!

 

Böyle bir durumu yaratan psikolojik nedenleri, geçmişte yaşamış olması muhtemel bazı travmaları ve sonuçta ortaya çıkan böyle bir kişiliği varın siz analiz edin ama…

 

Bu gün bir konuda yorum yapmaktan, bilgi ve görüşlerimi paylaşmaktan kaçınamayacağım doğrusu.

 

Ne mi yapıyor başka Fatih Erbakan?

 

Ankara’daki üzerine kayıtlı dairelerden birini boşaltmış, içeride 100 kadar kedi besliyor!..

 

Evet, 100 civarında kedi besliyor!..

 

Ortalık kokudan, pislikten geçilmiyor bu arada…

 

Hayvan sevgisi elbette çok kıymetli ve özel bir durum; biz de evimizde uzun yıllardır Şermin’e, bahçede de Fıstık’a bakıyoruz mesela.

 

Daha önce de hayatımızda rahmetli Kezban, Ayça ve Beyaz vardı.

 

Hafta sonları kıra bayıra giderken yanımıza mama, fırından ekmek, kasaptan kemik alarak yol boyunda yiyecek arayan  zayıf düşmüş hayvanları beslemek en büyük keyfimiz.

 

Lakin, 100 kedi beslemek nedir ya?!.

 

İnsanlarla göz teması kuramayan birinin üstelik de bir apartman dairesine tıktığı yüz kedi nedir?

 

Nasıl bir ruh halidir bu?

 

Babasını taklit etmeye çalışarak siyasete soyunan bu garip adamdan vatana memlekete bir hayır gelir mi?

 

Hayvanları Koruma Kanunu Uygulama Yönetmeliğine göre bile site ve apartmanlarda beslenebilecek hayvan sayısı 3 köpek, 5 kediyle sınırlandırılmış vaziyette.

 

Avustralyalı araştırmacılar, aralarında ABD ve Birleşik Krallık'ın da yer aldığı 11 ülkede son 44 yılda yayımlanmış 17 çalışmanın analizini gerçekleştirmişler.

 

Queensland Ruh Sağlığı Araştırmaları Merkezi'nden psikiyatrist John McGrath ve meslektaşları, "Kedi sahipliği ve şizofreniyle ilişkili bozuklukların görülme ihtimalinin artması arasında bir ilişki bulduklarını" açıklamış.

 

En zor grup ise kedileri kendi çıkarları için kullanan grupmuş.

 

Bunlar sırf toplumda önde görünmek, kendi duygularını tatmin etmek için kedileri hiç empati olmaksızın beslerlermiş.

 

Özellikle “kedici kadınların bazıları” çocukluklarında istedikleri sevgi dolu yaklaşımı alamadıkları için yaşadıkları travmalar nedeniyle insanlara karşı güvensizlik duyup, sevgi ve bağlılık ihtiyaçlarını kediler ile giderirlermiş.

 

Yani kediler güvensiz dünyaların sevgi dolu, güvenilir, zarar vermeyen ve onları terk etmeyen, kendilerine de göbekten bağlı canlıları oluyor bu durumda!

 

Tipik bir yalnızlık sendromu!

 

Evi kediyle doldurmak ruh bilimcilere göre açıkça bir takıntı.

 

“Obsesif Kompulsif Bozukluk” takıntı ve kompulsiyonlara neden olan bir kaygı bozukluğudur.

 

Mesela paraya değen kişinin elinin kirlendiği düşüncesi obsesyon, bu düşünceden kurtulmak için elini defalarca yıkaması kompulsiyondur.

 

Kedi besleme konusunda takıntı halinde olan insanlar bu semptomları gösterebilirler.

 

Örneğin, kedi besleme konusunda aşırı kaygı duyarak, onlara  sürekli olarak yemek vermek gibi tekrarlayıcı davranışlar sergileyebilirler.

 

Bu durum bazı insanlar için bir kaçış yoludur.

 

Ancak bu seçim, bazı insanların gerçek hayattaki problemlerle başa çıkmalarını engelleyebilir ve depresyona neden olabilir.

 

Kedi besleme konusunda takıntılı olan insanlar, diğer insanlarla sosyal etkileşimden kaçınarak, yalnızlık hissi ve depresyon semptomları yaşayabilirler.

 

Takıntılı olan bu kişiler ayrılık kaygısı, sosyal kaygı, panik ataklar ve diğer anksiyete bozuklukları gibi sonuçlar yaşayabilirler.

 

Kedilerine zarar verecek bir şey olabileceği korkusu veya kediye yeterince iyi bakılmadığı endişesi, bu tür kaygıların nedenlerinden biri olabilir.

 

Kendi kedilerine aşırı derecede bağlanarak, diğer insanlarla iletişim kurmaktan kaçınabilirler.

 

Bu durum, sosyal izolasyona neden olabilir ve uzun vadede kişinin ruh sağlığına zarar verebilir.

 

Bu nedenle, benzer kişilerin profesyonel yardım alması ve tedavi görmesi çok önemlidir.

 

Ayrıca, kedi beslemeye olan tutkularını kontrol altında tutmak ve sağlıklı bir ilişki kurmak için, sağlıklı sınırlar belirlemeleri ve diğer insanlarla iletişim kurmaları gerekir.

 

Babasının siyasi başarılarını kendisine sermaye yaparak siyaset yapmaya çalışan, İslami jargonu ve dini kullanarak yola çıkıp, oy toplamaya girişen Fatih’ten uzun vadede bir cacık olmaz!

 

Geçmişteki üzerine dar gelen gömleğini çıkararak halktan oy isteyen, başörtülü kadınla başını örtmeyeni, kadınla erkeği bir arada tutarak bu günlere gelen “Ak Parti Deneyimi” Türk siyasetinde ibret alınması gereken bir olgudur.

 

“Günah kabul edip” kadının elini sıkmaktan, göz göze gelmekten kaçınan bir anlayış marjinal bir şekilde güdük  kalmaya mahkumdur!

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday gösterdikleri Sedat Yalçın’ı sever ve takdir ederim ancak, kendisinin siyasette daha önemli yerlere getirilmemiş olmasına içerleyen Yalçın’ın, geçmişte İl Başkanlığı’nı yürüttüğü Ak Partiyi aşağı çekmek için çaba gösterdiği o kadar aşikar ki!

 

Aynı amaca hizmet etmesi için bazı odaklarca alttan alta desteklenen Fatih’in “Yeniden Refah Partisi” gibi üstelik!

 

Fatih’in giydiği yakasız gömlek size daha da dar gelir Sedat Bey, inanmadığınızı düşündüğüm o yapıya bir tuğla koymaya çalışmak hiç yakışmadı doğrusu!

 

Rahşan Ecevit de sağlığında çok sayıda kuş beslerdi mesela.

 

DSP Genel Merkezi’nden içeri girdiğinizde sol tarafta bekleyenlerin oturduğu çay ocağındaki büyük demir kafesin içinde güvercin bakardı Rahşan.

 

Onlar da kendilerine inanan, gönül vermiş “eşekleri” yıllarca oyalayıp, emeklerini sömürerek günün birinde arka kapıdan çıkıp gittiler işte.

 

Sadece Yeniden Refah mı?

 

MHP’den na memnun  seçmeni markete sokup  sömürmek, bu arada yine asıl amacı Ak Parti’yi aşağı çekmek olan  “ağlak kadın” Meral Akşener’e kurdurulan MHP’msi İyi Parti de var piyasada mesela…

 

Bu partinin de neyi “iyi” hiç anlayamadım doğrusu?

 

Anlayan varsa beri gelsin?

 

Alın önce milletvekili, sonra da başka kimseyi bulamayıp Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı yaptıkları Selçuk Türkoğlu’na bakalım mesela…

 

Sendikacılıkla oyalandığı dönemlerde az çok beğenirdim lakin, daha sonraki sahte ve samimiyetsiz tutumları beni kendisinden soğuttu!

 

Bir örnek mi istiyorsunuz?

 

“Gri pasaport” yurtdışına çıkacak devlet memurlarına bazı kolaylıklar sağlayan, “vize ücreti” ödetmeyen bir uluslararası kimliktir ve Devlet’ten alınır.

 

Ülke dışına gidecek kişilerin güvenlik soruşturmasını ve yasal bir engel bulunup bulunmadığını Emniyet inceler ve onayı da Valilik verir.

 

Avrupa’daki çeşitli festival ve organizasyonlara katılmak isteyen, davet de almış folklor ve kültürel faaliyet amacıyla kurulmuş bazı dernekler maddi imkansızlıklardan ötürü Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden destek ve kendilerini getirip götürecek otobüs isterler; iyi niyetle ve ülkemizin tanıtımına katkı koymak için girişilen bu çalışmaları da Başkan Alinur Aktaş geri çevirmez, onay verir.

 

Buraya kadar var mı olumsuz bir durum?

 

Üniversite yıllarımda biz de arkadaşlarla birlikte “Akademi Folklor ve Sanat” adı altında bir dernek kurup güney Avrupa’nın tamamını gezmiş, İspanya’nın en batısına kadar giderek orada yapılan festivalde “Altın Balta” ödülünü almıştık.

 

O yaşta başka hangi imkanla gideceksin yurt dışına?

 

Burada mevzuat şöyle yürüyor, çeşitli dernekler destek alabilmek için belediyeye müracaat ediyor, belediye de kendisine iletilen isim ve görev listelerini Bursa Valiliği’ne gönderiyor.

 

Sonra güvenlik soruşturması yapılması için Valilik Emniyet’e, ardından onay için Emniyet de tekrar Valiliğe iletiyor dosyaları.

 

Valiliğin gri pasaport verebilmesi adına burada araştırdığı şey güvenlik soruşturması ve listelerdeki isimlerin yurtdışı yasağının bulunup, bulunmadığıdır.

 

Evrak kendisinden çıktıktan sonra belediyenin hiçbir sorumluluğu ve yetkisi yoktur.

 

Bu arada enteresan bir şey oluyor.

 

Dernekler vasıtasıyla gri pasaport alan bazı şahıslar Türkiye’ye geri dönmüyor!

 

Adamların çıkışa yasal bir engeli varsa TC kimlik numarasından anında yakalanır ve değil gri, kırmızı pasaport dahi verilmez!

 

Kaldı ki, gri pasaportun sağladığı imtiyaz sadece “vize ücretinden muaf olma” durumudur.

 

Peki, gidenlerden bazıları niye geri dönmez?

 

Dönmez kardeşim!

 

Bu gün Türkiye’dekiler dahil, milyonlarca insan kısa yoldan kapağı Avrupa’ya atmayı neden istiyorsa ondan dönmez!

 

Sonrası kendi sorunu; kimliksiz bir şekilde yakalanana dek, sınır dışı edilene kadar orada burada çalışıp, para biriktirmeye çalışacak!

 

Burada Bursa Büyükşehir Belediyesi ya da orada görevli bürokratların herhangi bir suçu ya da kabahati var mı?

 

Yok elbette.

 

Ha! Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim, zamanında biz de yaptık.

 

Son derece masraflı olan bu seyahatlerin giderlerini bir nebze olsun karşılayabilmek için yanımıza “turist ya da müzzisyen” adı altında kendilerinden cüzzi bir para talep ederek bazı insanlar da aldık.

 

Bunlardan kiminin karşısına akordeon sanatçısı, kimine de klarnetçi dedik mesela!

 

Bunlar olağan şeyler.

 

Ama o yıllarda Türkiye’de yaşamak şimdiki gibi ağır bedeller ödetse de aramızdan hiç biri geride kalmadı ve 1 ay sonra Kapıkule’den toprağımızı öperek girdik içeri.

 

Çok özlemiştik vatanı!

 

Durum böyle…

 

Kendine yerli yersiz muhalefeti, önünü sonunu doğru dürüst araştırmadan açıklamalar, basın toplantıları yapmayı iş edinen Selçuk Türkoğlu kalktı, yine bir beyanat verdi…

 

Başkan Alinur Aktaş yönetimindeki Bursa Büyükşehir Belediyesi ve yöneticilerini “insan kaçakçılığı” yapmakla, hadi en hafifi buna alet olmakla suçluyordu!

 

Beyefendi politika yapacak ya!

 

Asıl onayı veren Valiliğe, araştırmayı yapan Bursa İl Emniyet Müdürlüğü’ne, geziyi düzenleyen derneklere ya da Dernekler Masası’na hiçbir şey demiyor, hedefine haksız ve delilsiz olarak belediye başkanını koyuyordu!

 

Oysa Belediye konuyla ilgili soruşturma başlatılır başlatılmaz kendi personeli arasındaki tahkikata hemen girişmişti.

 

Selçuk Türkoğlu’ysa elinde somut hiçbir delil yokken Belediye yönetimini yasalarca suç kabul edilen “rüşvet almakla” itham ediyor ve aslında bunu yaparak asıl kendisi “iftira” suçunu işliyordu!

 

“Gri pasaport” olayında asıl kimin hatası varsa araştırılmalıydı elbet de...

 

Hadi bir de bardağa “dolu” tarafından bakalım ve Türkoğlu’nu karşımıza oturtalım…

 

Kendisi “hileyle” gri pasaport alanlara, bunu hak etmediği halde sırf vize ücreti muafiyeti alabilmek için bazı kişilere sahte unvanlar vererek Devlet’i kandırmaya çalışanlara, dahası, bu şekilde suç işleyerek kamu maliyesini zarara uğratma girişiminde bulunanlara karşı duran bir insan görüntüsü veriyor değil mi?

 

Bazıları öyle sansın da…

 

İyi Parti’de İl Başkanıyken başkan yardımcısı olarak yanına niye İbrahim Erdoğan’ı alıyor peki?

 

Hadi o zaman aldı…

 

İyi Parti’ye inanıp da oy veren benim saf seçmenimin sayesinde milletvekili yapıldıktan sonra İbrahim Erdoğan’ı yine en yakınına, Meclis’e kendi yanında neden “danışman” olarak götürüyor Selçuk Türkoğlu?..

 

Birlikte siyaset yaptığı, sayesinde çuvalla maaş alan kişinin orada işi ne?

 

Bu açıkça adam kayırmak değil mi?

 

Bu görevi yapabilecek binlerce vatan evladının hakkını yiyerek, İbrahim Erdoğan’a hazineden her ay en az 50-60 kağıt para ödetmek, O’nu Meclis imkanlarından yararlandırmak da neyin nesidir peki?

 

Her şeyi sonradan gördüğü açıkça belli olan ilkesiz CHP’li Nurhayat Altaca Kayışoğlu gibi yıllarca akrabalarına ve yakınlarına Meclis’ten para ödeten birinden ne farkı kaldı şimdi?

 

O Nurhayat ki kocası, gazeteci geçinen Yusuf Kayışoğlu’nun altına Mercedes minibüsler çeken, hamile kaldığı vakit de çocuğu Amerika vatandaşı olsun diye aylar öncesinden oraya gidip, gavur elinde doğuran bir vatan memleket sevdalısıdır işte!

 

Halkı “eşek” yerine koyup, Nurhayat’ı yine ikinci kez milletvekili yapan bu günkü CHP ne kadar halkçı, ne kadar milliyetçidir varın siz düşünün gayrı?

 

Hayatta hiçbir dik duruşu olmayan, olamayan Yusuf Kayışoğlu’nunsa Celal Sönmez’in sahip olduğu Bursa Hakimiyet’te çalışırken ayaklarında tokyoyla gezdiğini, akşamları iş çıkışı belki biri alıp da Kent Meydanı’na kadar götürür diye yolun kenarında beklediğini, dahası yan taraftaki kafeteryada oturup, yanına meslekten bir “eşeğin” oturmasını umarak bedava çay içecek olmanın hayallerini kurduğunu bütün basın camiası gayet iyi bilir.

 

Ne bileyim, Ege tarafında otel inşaatları, müteahhitlik filan yaptığını duyuyorum şimdilerde de.

 

Her halde Veli Ağbaba müsaade etmiştir di mi?!.

 

Hele hele Nurhayat’ın ultra zenginlerin oturabildiği Bursa Bademli’de, CHP’nin Mudanya Belediye Başkan adayı, deryalar kadar parası bulunan müteahhit Deniz Dalgıç’ın sahibi olduğu Yonca İnşaat’tan torpil çekilerek “yüzde 50 indirimle” kendine villa aldığı gibi henüz inkar edilip, aksi ispat edilmemiş iddiaları işitince, partiye sadece 2 ay önce üye olan Deniz Bey’in, rahmetli Safa Gönen’in tabiriyle, “bana niye yüzde 100 indirim yapmadığını” da anlayamıyorum doğrusu?!.

 

Kaldı ki, Mustafa Bozbey’in seçim kampanyasına da eski parayla 20 trilyon lira para verdiği yönündeki söylentiler de sıkça dolaştı ortalıkta!

 

Eğer verdiyse de cimrilik yapmış çünkü, Deniz Dalgıç’ın o bölgede sattığı villaların tanesi 40 trilyon bandında.

 

Nurhayat’tan daha fazla değeri yok mu Mustafa Bey’in O’nun gözünde canım!

 

Eğer seçilirse, Murat Evke’yle birlikte çalışmaya devam edecek mi yoksa Mudanya’da?

 

Ha! Şu Mustafa Bozbey’in yanlış basılıp direklere asılan “beş oklu” CHP armalı seçim afişlerine gelince…

 

Apar topar hepsi kaldırılıp değiştirildi.

 

İşin en başında haberi geldi.

 

Belli ki, “Ne olur ne olmaz, belki bu sefer Bozbey seçilir” diye düşünerek, tüm baskı işlerini bizzat Vedat Kantar ve eski Avukat Hakan Dinçtürk’ün ortak olduğu Ottoman Boya Apre firması üstlenmiş.

 

Muhtemelen bedelsiz elbette!

 

Etrafına “iş ortaklarımız” dedikleri bazı işadamlarını da toplayarak yüklü bir de kaynak da aktaran eski Avukat Hakan ve özellikle Vedat Kantar bir taraftan da her zaman olduğu gibi iktidardan pek korkarmış!

 

“Ne olur, ne olmaz… Taraflı görünmeyelim” diye bir vakitler “oyalanmak” için, göbekçilerden medet umarak kurdukları lifebursa.com adresindeki dandik İnternet sitesinde “şey  korkusundan” dolayı “sade suya tirit” haberler yayınlayarak, seçim sonuçlarını bekliyorlarmış.

 

Vadat Kantar zaten ne anlar “altı oktan”!..

 

CHP’ye seçim için bastığı “beş oklu” afiş de zaten boktan!

 

“Altı milyon dolar” desen hemen yerinden zıplar ama CHP’nin “6 okunu” göster, Ram makinesi sanır garibim.

 

Enişte durup dururken baldızı öpmez, bu böyle biline!

 

Onun için Bozbey’in ilk bez afişlerini “5 oklu” şekilde Vedat Kantar basmış, yenilerini basmaya da devam ediyormuş, kulislerde öyle konuşuluyor.

 

Selçuk Türkoğlu ve İbrahim Erdoğan’la ilgili laflarımız şimdilik henüz bitmedi.

 

Asıl utanç verici skandal, İbrahim Erdoğan’ın başkanı olduğu Anadolu Spor Gazetecileri Derneği’nin, meslektaşlar arasında kültürel amaçlı bir yurtdışı gezisi düzenleme girişimiyle başlar!

 

Gri pasaport alıp, vize ücreti ödememek amacıyla Valiliğe dernekten gönderilen listede garip bir durum vardır!..

 

Bazı yönetici eşlerinin yanı sıra pek çok insan gerçekte hiç olmadığı halde “gazeteci” olarak gösterilmiş ve isimlerinin karşısına bazı basın yayın şirketlerinin adları yazılmıştır!

 

Oysa bu belgeyle sunulan bilgiler gerçeği yansıtmamakta, resmen Devlet kandırılmaya çalışılıp, kamu maliyesi zarara uğratılmak istenmektedir.

 

Belli ki eşleri bedava götürmenin haricinde aslında gazeteci olmayanlardan paralar alınmıştır!

 

Bursa Valiliği yemez bu girişimi!

 

Ve İbrahim Erdoğan’ın başı çektiği bu ballı geziyi iptal eder.

 

Peki sonra ne olur?

 

Durumu gayet iyi bilen, hani kendini dürüstlük abidesi gibi sunan Selçuk Türkoğlu, bu “gri pasaport” skandalının başrol oyuncusu İbrahim Erdoğan’ı yanına, danışman olarak Meclis’e alır?

 

Ne danışıyor İbrahim Erdoğan’a?

 

“Sahte kimlik beyan ederek gri pasaport nasıl alınır konusunu mu?!.”

 

Hazır konu kriminal meselelere gelmişken, Bursa İl Emniyet Müdürü Dr.Sabit Akın ZAİMOĞLU ve mesai arkadaşlarını yürekten kutlamak istiyorum.

 

Çünkü, uzun zamandır Bursa’nın başına mesele olan bazı kişileri teknik takibe alıp, bin bir sıkıntı çekerek paketleyip, enselediler.

 

Birincisi “Tumba Osman” lakaplı, Osman Deliçay.

 

Epey vakittir Bursa’da yeraltı dünyasının abiliğine soyunmuştu.

 

Babası “Tumba Ahmet’in” adı geçmişte yaşanan meşhur floş kaçakçılığı olayına karışmış, sonra da asıl azmettirici tarafından öldürtülmüştü.

 

Tumba Ahmet’in o zamanlar meşhur bir holding sahibi tarafından katlettirildiği bilinir yeraltı camiasında.

 

Oğlu Tumba Osman da babasının intikamını almak için çıktığı bu yolda ilkin 4 kişiyi aynı gün öldürdü…

 

Çocuk yaşta girdiği Sinop Ceza Evi’nde yıllarca meşhur Selahattin Can’la beraber hapis yattı.

 

Sonra “büyük abi” oldu Bursa’da.

 

Bursa polisinin büyük bir operasyon sonucu enselediği diğer insanlardan biri de Bülent Çetkin’di.

 

En son 1999 yılında girdi cezaevine, 4 ay kadar önce de tahliye oldu.

 

Onca hapis yatmasına neden olan kişinin Tayyar olduğunu düşünüyor.

 

İşlerini “seri” olarak halleden biridir!

 

Maddi sıkıntıya giren Ceylan Hastanesi'nin sahibi sahibi Mustafa Ceylan ilkin T.T. isimli şahıstan yüklü paralar aldı.

 

 

Ardından hastaneye musallat olan TT'den kurtulmak için Tumba Osman'a başvurdu.

 

Sonra O'ndan da korunmak için Tayyar'ı buldu.

 

Bu kez  hastanenin yüzde 50'sine el koyan Tayyar kendisini kovmaya çalışınca da Bülent Çetkin'e baş vurdu!

 

Bülent Çetkin çok sıkı, sert kabadayı!

 

Peki ne yaptı Çetkin?

 

Gitti, tekme tokat döverek Tayyar'ı hastaneden bu kez O kovdu!

 

Hastane sahibinin karısı bile, bizzat Bülent'ten sopa yiyen Tayyar'ın halini görünce, "Bunlara mı mafya diyorlar" diye konuşmuş!

 

Tayyar'ın, Bülent Çetkin'den ödü patlar! 

 

Tayyar kim mi?

 

Burhanettin Türkeş’in oğlu Muhammed Tayyar Türkeş.

 

Burhanettin’in ismi “Nesim Malki cinayetine” de karıştı.

 

Bu nedenle uzun süre hapis yattı.

 

Son görüşmemizde “Evet, ben yaptım. Cezamı da çektim” demişti ama o iş tam olarak öyle değil aslında; daha binbir ayrıntısı ve bin bir faili var gün ışığına çıkmayan.

 

Aynen Tumba Ahmet cinayetinde yaşandığı gibi üstelik.

 

MHP’li Metin Kaplan sağ olsaydı anlatırdı gerçekleri!

 

Tayyar’a gelince…

 

Kontrolünde bulunan ve hiçbir güvenirliği olmayan Bursa TV vasıtasıyla Ak Partili Belediyelere fatura keser ve aldığı paraları sürekli cebe indirir.

 

Coca Cola’ya karşı ihaleye girip, Bursa Su kaynağını alarak Recep Altepe yönetimindeki Büyükşehir Belediyesi’ne astronomik fiyatla satan bu Tayyar’dır.

 

En son Osmangazi Başkanı Mustafa Dündar’ın yönetimindeki belediye tarafından ihaleye çıkarılıp, Tayyar’ın kontrolündeki spor derneğine verilen Sıcak Su Bölgesi’ndeki otoparkın hamisi bu Tayyar’dır.

 

Öğrendiğim kadarıyla, zaten ödenmeyecekti de, bunu bile bile orayı Tayyar’a kiralayan Mustafa Dündar’ın yönetimindeki Osmangazi Belediyesi’ne uzun zamandır tek kuruş verilmiyormuş!

 

Daha önce de yazdığım gibi Tayyar bir reklam ve tanıtım faturası keser Osmangazi’ye, tık diye ödenir o paralar!

 

Peki Tayyar nerede şimdi?

 

Tumba Osman ve Bülent Çetkin’in yakalandığı “Kafes 46 Operasyonunda” elebaşı olarak takip edilirken, muhtemelen Bursa Emniyeti içinden bilgi veren babasının bir adamı vasıtasıyla durumu öğrenip, önceden yurt dışına tüydüğü rivayet edilse de...

 

Bülent Çetkin'in "hem oğlu, hem de babası" diye adamlarına talimat verdiğini öğrenmesi üzerine  korkudan Bosna dolaylarına tüydüğünü daha güvenilir kaynaklar söylüyor!

 

Lakin, yakalanıp geri getirilir er geç.

 

 

 Geliriz belki ilerleyen satırlarda “Tarih yazmaya devam” sloganıyla yeniden oy toplamaya çalışan Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’a da…

 

Ne tarihi, neyin tarihini yazmış bu adam orada Allah aşkına?!.

 

Tam 15 Senede Çarşamba’da bir kapalı Pazar yeri yaptı projesi önceki dönemden devralınan, Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz bile 5 yılda benzerinden 4 tane kazandırdı ilçesine!

 

Milleti saf yerine koyup, “Kentsel dönüşüm yapıyorum” diye Soğanlı’ya “ boş arsalara” bir sürü beton doldurdu, sonuçta daireleri satıp, bir nevi müteahhitlik faaliyetinde bulundu sadece Dündar.

 

“Panoramik müze” diye Sovyet Sosyalist Bloğundan kalan teknolojiyle aslında göz boyama, özünde boyama tiyatro dekoru sattı millette.

 

“Kent Meydanı” olarak kakalayıp, belediyenin yan tarafını betona ve dükkana boğdu…

 

Milletin aklıyla dalga geçip, hiç sıkılmadan belediyenin imkanlarını kullanarak reklamını yapıyor hala!

 

Tarih yazıyormuş güya!

 

Vergisini veren, sorumluluklarını yerine getiren esnafı hiçe sayarak tarihinde ilk defa Osmangazi Belediye Binası girişine arabasıyla birlikte bir seyyar satıcı yerleştiren O’dur!!!

 

İlk gördüğümde “şaka herhalde bu” demiştim!

 

Geçmişte rahmetli Basri Sönmez zamanında, Bursa Hakimiyet’te Arzu Yılmaz yazardı her yeri işgal etmiş seyyar satıcıları da ortalık birbirine girerdi!

 

Şimdilerde “eşekten” geçilmiyor ortalık!

 

Oysa şimdilerde Osmangazi’ye CHP’nin hasbelkader aday çıkardığı ve kendisini fazlasıyla ispat etmiş güzel insan Eczacı Erkan Aydın gibi pırıl pırıl genç, dinamik ve hizmete susamış bir insan var ortada.

 

Erkan Aydın bir şans Bursalılar için.

 

Osmangazi’de benim oyum pek çokları gibi Erkan Aydın’a…

 

İlçenin gelmiş geçmiş en başarısız ve hantal belediye başkanı olarak Mustafa Dündar’a çok dar geldi orası!

 

Kendi partilileri bile yeniden aday gösterildiğinde küçük dillerini yutacaklardı neredeyse!

 

Geleceklerini Mustafa Dündar’ın varlığına endeksleyen birileri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı fena halde kandırdı bana göre!

 

Bakın, Bursalı seçmen çok gariptir ve seçim sonuçları Türkiye ortalamasını gösterir her zaman.

 

Örneğin, ANAP’ın en güçlü olduğu dönemde DYP’ye verir oylarını, DYP’nin en güçlü olduğu zamanda DSP’ye verip, ardından kendilerine bir kuşu totem yapanların partisini yüzde 1’e düşürüp, Ak Parti’ye yönelir insanlar.

 

Acemi S. Gibi, hayat pahalılığının çok arttığı, vergi ve gelir dağılımının fazlasıyla adaletsiz hale geldiği bu dönemde vatandaşın ne yapacağı, nereye yöneleceği hiç belli olmaz!

 

Hele hele başarısız, kendi partililerinden bile 10 üstünden eksi 5 alan Mustafa Dündar gibi yanlış adaylarda ısrar edilmesi sadece küpüne zarar!

 

Benim oyum Erkan Aydın’a!

 

Devam edelim mi?

 

Zaten buraya kadar okuduysan, başka bir yere gitmemişsin demektir.

 

Gene gitme!

 

Günü kurtarıp, bu seçim döneminde de adayları “hasat” etmeye çalışan “diğerlerinden” farklı cümleler, farklı değerlendirmeler bulacaksın bundan sonra da bu sütunlarda!

 

Ha!

 

Bu Tayyar’ın babası Burhanettin Türkeş var ya…

 

Geçen Ramazan ayında Bursa’daki üst düzey bürokratların sohbet edip, zaman geçirdikleri bir mekana girmiş artık her nasılsa?

 

Bursa’da kadim gelenektir, Ramazan akşamları bu kentin kanı önderleri, siyasetçiler, meslek sahipleri genellikle Kültürpark’taki çay bahçelerine giderler…

 

Ramazan’da sosyal yaşam oralarda da vücut bulur açıkçası.

 

Şehrin agorası işlevi görür Kültürpark.

 

Ne yaparlar?

 

Çoğu kez sahur yemeğini de orada yiyip, tavla oynarlar, okey filan oynarlar.

 

Zaten asla para pul mevzu olmaz orada.

 

Hiç birinin çaya çorbaya ihtiyacı da yoktur zaten.

 

İftardan sonra tatlıyı kim ısmarlayacak, o akşam börekler kim söyleyecek, bütün mesele bundan ibarettir.

 

İşte böyle bir akşamda her kesimin yanında yer almayı gayet iyi bilen çok tecrübeli Belediye Başkanı Alinur Aktaş da katılır ortama.

 

Tayyar’ın babası Buhranettin de her nasılsa oraya gelmiştir.

 

Masadakilerden üst düzey bir bürokrat okey oyunundan tuvalete kalkarken beş dakikalığına Alinur Aktaş’tan yerine bakmasını rica eder; arkadaşını kırmaz belediye başkanı.

 

Tam o sıra karşıdan telefonuyla oynayan Burhanettin Türkeş, fotoğraf uygulamasının tuşuna basarak bu tablonun ileride kullanmak üzere resmini çeker!..

 

Alinur Aktaş ne Recep Altepe, ne de Mustafa Dündar gibi Türkeşlere ne yüz, ne de istedikleri parayı vermektedir!

 

Zaten eğer bu “Kafes 46” soruşturmasını yürüten Cumhuriyet savcısı ve Bursa Emniyet Müdürlüğü, Burhanettin ve oğlu Tayyar’ın kontrolündeki “Sancak bilmem ne” şirketinden Osmangazi Belediyesi ve geçmişte Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne kesilen fatura ve karşılıklarını incelerse “Kafes 46” operasyonu 50’leri çok geçer!..

 

Sonra, televizyonun yanı sıra neredeyse hiç kimsenin satın alıp okumadığı “Sancak” isimli gazetelerinde Alinur Aktaş’ın taşlı okey oynadığı bu fotoğrafı yayımlayarak akıllarınca O’nu baskı altına alacaklarını sanan Türkeş’ler, altına başlık olarak da manidar bir şekilde Aktaş’ın tanıtım sloganı olan “Bursa için canla başla” sloganını koyarlar!

 

Dediğim gibi, gerçi okuyan filan yok ya, Aktaş düşmanı umduğunu bulamayan bazı kişiler bu fotoğraf ve ifadeyi görünce sosyal medyada paylaşarak kullanabilecekler ve Başkan genel merkez tarafından yeniden aday gösterilmeyecektir! 

 

Çünkü verilmek istenen mesaj güya Alinur Aktaş’ın, Bursa’ya, Bursalılara hizmet etmek yerine, kumar masalarında vakit geçirdiğidir!!!

 

Yaşamım boyunca tanıdığım en “halkçı” Bursa belediye başkanı hiç kuşkusuz Besaş ve döneminde tanzim satış mağazalarını kuran Mustafa Eroğlu

 

En başarılı belediye başkanıysa Bursalıların daha hala hiç anlamadığı şekilde bu kente görev yaptığı dönemde büyük dokunuşlar yapan, öncesinde lağım akan Gökdere’yi cennet bahçesine çeviren, şehrin ana arterlerdeki alt yapısını tümden yenileyen, hayvanat bahçesini Kültürpark’taki avuç içi kadar yerden alıp, dünya standardında yeniden kuran, Soğanlı Botanik Parkı’nı en az masrafla kentimizde faaliyet gösteren şirketlere rica ederek halka sunan, Nilüfer Çayı’nı ıslah eden, Kent Kütüphanesi’ni hayata geçiren, Cumalıkızık’ı turizme kazandıran, Kültürpark’ın çehresini değiştirip, Tayyare Kültür Merkezi’ni hizmete sokan, bu gün çekim merkezi olan Fatih Sultan Mehmet Bulvarı’nı açarak şehrin batısına hayat veren, arıtma tesisleri kurmaya başlayan, 1/100.000’lik haritalar üzerinde çalışarak Bursa Ovası’nı koruma altına alan ve daha neler neler yaparak binlerce hayır dua alan Erdem Saker’di

 

Lakin ne mutlu ki boynuz kulağı geçti ve aynen Selimiye Camii’ni inşa eden Mimar Sinan’ın “Ustalık eserim” dediği gibi, bilgiyle donatılmış tecrübesini Bursalıların hizmetine sunan Alinur Aktaş bana göre gelmiş geçmiş en iyi, en başarılı belediye başkanıdır gün itibarıyla!

 

Eskiden belediye başkanlarının görev sorumluluk alanı sadece şehir merkeziyle sınırlıydı.

 

Şimdiyse sadece Bursa merkezi değil, en ücra köşelere, en uzak orman yollarına dek, tam 17 ilçedeki tüm belediye hizmetlerine Alinur Aktaş ve mesai arkadaşları koşturuyor.

 

Müthiş bir organizasyondur bu…

 

Bursa resmen bir “devlet”, bir ayalet gibi yönetilmektedir.

 

Ne yazık ki şehir merkezinde yaşayanlar daha önceki dönemlere göre kat kat artan yeşil alanları, ilçelere de yapılan köprülü kavşak, yol ve viyadükleri, arıtma ve içme suyu tesislerini, halka dokunan sosyal yardımlaşma faaliyetlerini, hiç aksamadan süren belediyecilik hizmetlerini, ulaşımdaki dokunuşları, üzerinde aylarca çalışılan yazılım sonrası BursaRay’ın yolcu taşıma kapasitesinin misliyle arttırılıp,  üzerinde şimdiye dek yapılan raylı sistem kadar ilave verimlilik sağlandığını, en az yüz yıllık hayal olan Hanlar Bölgesi ilk etabının mucizevi bir şekilde gerçekleştiğini ve daha neler neleri pek fazla bilmiyorlar…

 

Allah uzun ömür ve sağlık versin, Erdem Saker’in o kısıtlı sürede Bursa’ya kattıkları arasında Hamitler Mezarlığı ve katı atık depolama merkezi de var.

 

Eskiden Demirtaş’a giderken solda bulunan o alan “Bursa Çöplüğü” diye anılırdı.

 

Sürekli yanan ve dumanlar çıkaran bu bölgede zaman zaman patlamalar olur, çöpten geçinen yüzlerce insan her gün çoluk çocuk gayrı sıhhi bu alana günlük ekmeğini aramaya gelirdi.

 

Bu vahşi depolama tesisini, dünya standardındaki Hamitler Katı Atık Depolama alanına taşıdı Erdem Saker.

 

O’nun yaşama geçirdiği projeye göre şehrin tüm atıkları oraya getirilecek, içindeki ekonomik değeri olan parçalar ayıklandıktan sonra, dibi tamamen sızdırmaz mebran kaplamayla donatılan çukurlara taşınacak,  sonra bu havuz dolunca oluşacak gazın çıkması için borular döşenecek, çöplerin üstü önce toprakla, sonra koku yaymaması için kil tabakayla, ardından sair malzemelerle kapatılacak, sonuçta da elde edilen gazdan elektrik üretilecekti.

 

Aynen de öyle oldu.

 

Eski çöplüğü de rehabilite edip, bir elektrik üretim tesisine dönüştüren Saker, çevre düzenlemesi de yaparak o bölgeyi yeşil alan olarak Bursalılara kazandırmıştı işte.

 

Gerçi Bursa’nın en başarısız, en lüzumsuz ve orada geçirdiği boş zamanla Bursa’ya çok şey kaybettiren Eski Belediye Başkanı Erdoğan Bilenser zamanında Hamitler’deki sıhhi depolama sistemi dumura uğrayıp, etrafa koku yaymaya başladı ama…

 

Bayrağı bir adım daha öteye götürmek isteyen Alinur Aktaş daha geçenlerde bir açıklama yaparak, günümüzde artık  “şehrin merkezinde kalan 13 mahalle ve 400 bin nüfusu çevreleyen Hamitler Katı Atık Tesisleri'nin büyük bir botanik parka dönüştürüleceğini, burasının da şehrin batı ve kuzey kısmında iki noktaya taşınacağını” söyledi.

 

Şimdi Hamitler de 150 dönümlük bir botanik bahçesine çevrilecek.

 

Her gün çıkan 3 buçuk milyon kilo çöp eskiden olduğu gibi bir araziye depolanmadan en az 300 kişinin çalışacağı son derecede modern iki tesiste yüzde 70 oranında geri dönüşümü sağlanıp, tamamıyla bertaraf edilecek.

 

Bunun için Kayapa’nın arka tarafındaki dağlarda en yakın yerleşim alanına 1 buçuk kilometre mesafedeki ıssız ve bilim adamları tarafından da uygun görülen bir bölge öngörülüyor.

 

Sonra ne mi oluyor?

 

Şu ağlak kadın Meral Akşener’in yönettiği İyi Parti’nin önce milletvekili, sonra da nitelikli bir insan bulamayıp Bursa Belediye Başkan Adayı Yaptığı Selçuk Türkoğlu Hamitler’de bir basın toplantısı düzenleyip, “Şu çöplüğü bile taşıyamıyorsun” diyerek baştan beri yürürttüğü “yanlış muhalefet” anlayışından yine kendine rant çıkarmaya çalışıyor!

 

Türkiye siyasetini izleyen herkes biliyor ki memlekette iktidar sorunu değil, görevini ülke yararına layıkıyla, hakça yerine getiremeyen asıl “muhalefet sorunu” var!..

 

Bunlar asla kurumsallaşması mümkün olmayan ve silinip gidecek ara dönem partileri…

 

Meral Akşener, Fatih Erbakan, Serok Ahmet Davudoğlu, Ali Babacan ve diğerleri mesela…

 

Pek çoğuyla başka dünyaların insanı olmamıza rağmen, Ak Parti’yi yönetenlerin en çok sevdiğim yanlarından biri de ne biliyor musunuz?

 

“Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez önce Devlet’in yumuşak yüzünü gösterip, sonra karşılık bulamayınca Osmanlı tokadını PKK’lı belediye başkanlarının suratlarında şaklatarak, onları enselerinden tuttukları gibi görevden almaları elbette!..”

 

Tarihte hiçbir hükümet cesaret edememişti bunlara…

 

Onun bunun çocuğu pis herif, seçildiği vakit belediyenin iş makinelerini PKK’nın emrine veriyor, düşünebiliyor musunuz?

 

Gavur uşağı örgüt mensupları da bu makineleri kullanarak yollara mayın döşeyip, kalleşçe gencecik evlatlarımızı katlediyor!

 

Belediyelerdeki satın alma ve ihalelerin geliri doğrudan şerefsizlerin eline gidiyor!

 

Belediyelerin kamyonları erzak taşıyorlar dağlara “kışın ziftlensinler” diye!

 

Sadece bankamatik kullanarak para çekip, belediyede çalışıyor gibi gösterilen kimi hainler, senin benim paramla geçiniyorlar!

 

Kim göz yumar böyle bir duruma?

 

Amerika mı, İsrail mi, Almanya mı hangisi?

 

Ta SHP döneminden beri sırf oy kaygısı adına bu vatan hainlerinin dümen suyuna giren CHP, hala bunlardan medet umarak hainlerin gölgesinde DEM’lenmeye çalışıyor ne yazık ki!

 

Katranı kaynatsan olmaz ki şeker, cinsini sevdiğim(!) cinsine çeker!

 

Hani olmaz ya maazallah CHP’nin başını çektiği bir hükümet gelse göreve, PKK’nın seçtirdiği belediye başkanlarını enselerinden tuttuğu gibi koltuklarından çalacak mı sizce yere?!.

 

İşte onun için aynen savunma sanayiinde olduğu gibi hainlerden değil, milli duruşu olan insan kaynakları arasından seçiyor adaylarını Ak Parti çoğunlukla.

 

Ondan sürekli kazanıp, halktan destek buluyor.

 

Bizim şekilsiz yerli entel dantel takımı da hala yok “uçak uçamadı” yok, “füze vuramadı” gibi yalanlara kanıp, sosyal medya üzerinden söylenmeye devam edip duruyor!..

 

Geçenlerde Bursalı Karikatürist Tayfur Şapolyo vefat etmiş.

 

Aman Allahım, ne ağıtlar düzüyorlar sosyal medyada!

 

Ulan sağlığında o merdivenin altında yaz kış bekleyen Şapolyo’nun yanına gidip, üç beş kuruş vererek bir karikatür çizdirmişliğiniz var mı be?!.

 

Bir çay çorba ikram ettiniz mi yaşamı boyunca da adamın ölüsünden kendinize rant çıkarmaya çalışıyorsunuz?

 

“Seçimler geldi mi de birileri için rant kapısı açıldı demektir” demiştim!

 

Şipidik terliklilerden tutun da hacı hoca takımına dek, “adaylardan kısa günün kârı olarak acaba ne kapabiliriz” diye düşünen kimi medyacılar, gardıroptaki kırmızı donlarının, leopar desenli iç çamaşırlarının ya da çoraplarının içine saklıyorlar, dolara çevirdikleri paraları!

 

Şipidikler kocalarından, sakallılar karılarından gizliyor servetlerini.

 

Her seçim döneminde olduğu gibi yalan dolan, bir iftira furyasıdır sürüp gidiyor!

 

Kent gece gündüz yaşamaya devam ediyor.

 

Lakin zorbalık, tehdit, devletin üniforma ve gücünü arkasına alıp, şantaj yapılırsa bu şehirde, bu kez yine “yakın çağ” alanından yüksek lisans tezi verip, doktora yapan Bursa İl Emniyet Müdürü Dr.Sabit Akın ZAİMOĞLU’na dönmemiz gerekiyor.

 

Yer Görükle, 21 Ekim 2023 Cumartesi günü Trio AVM’de bulunan “Bamm Garden” isimli mekana, “bekçi” oldukları bilinen 3 sivil şahıs gelir.

 

Tüm video görüntüleri bende de var; işletme sahibinden de istenebilir.

 

İleride sahneye yakın olan masalardan birine oturmak istediklerindeyse işletme sorumlusu “Oraların daha önceden ayırtıldığını, arka taraftaki masalardan birine oturabileceklerini” söyler.

 

Kısa süren bir tartışmanın ardından bu siviller “tehditler” yağdırıp, “Biz sizinle sonra görüşürüz” diyerek bin bir hışımla orayı terk edip giderler!

 

Ertesi gün yani Pazar akşamı bu kez kahverengi resmi “bekçi” kıyafetlerini giyerek gelir bu üçlü.

 

Ve ellerinde hiçbir arama yetkisi olmaksızın içerideki canlı müziği kestirip, ışıkları da yaktırarak kafalarına göre kimlik kontrolü yapmaya başlarlar!

 

Ortada resmi görev ya da ihbar olmaksızın gelen bu zorbalar müşterileri huzursuz ettikleri gibi, mekanın çalışmasını da engellerler.

 

Sonra başlarlar bir masada kendi kendilerine tutanak tutmaya!..

 

Firmadan ne bir izin belgesi ne de ruhsat istemişlerdir!

 

İşletme müdürü bu uygulama karşı çıkıp, tutanağın bir nüshasını istemeye kalkınca da “Zaten dün akşam bize terbiyesizlik yapıldı! Bu akşam bunun karşılığını gördünüz, biz buraya had bildirmeye geldik” deyip sırıtarak artık giderler!

 

Bunlar vatandaşın can ve mal güvenliğini korumak için maaş verilen bekçiler mi yoksa, mekan basmaya gelen şehir kabadayıları mıdır?

 

Hitler’in SS’leri gibi bu adamlar yarın Ramazan’da açık olan restoranları da kendilerine iş edinip, kafalarına göre basmaya kalkarlarsa ne olacak bu memleketin hali?!.

 

Sayın Müdür…

 

Derhal bir soruşturma başlatıp, suç duyurusunda bulunarak bu kişilerin memuriyetten atılmalarını sağlamalı ve benzer girişimlerin önüne geçmelisiniz.

 

Belli ki geceleri bar pavyon gezebilecek kadar çok para veriliyor bunlara, bir yerleri kalkmış olmalı ki, sizin korumanız altında işini yapmaya çalışan insanlara herkesin gözü önünde eziyet etmeye cesaret bulabiliyorlar kendilerinde!

 

Tayyar’ın arkadaşlarını paketlediniz, bu kendini bilmezlere de birer fiyonk takıp, yollayın camiadan da leke sürmesinler daha fazla kahraman Emniyet mensuplarımıza.

 

“Emniyet” deyince…

 

Arap Şükrü Sokağı’nın….

 

Ya bu Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar Arap Şükrü Sokağı’nı da berbat etti be!

 

Turistik vazife gören o sokaktaki işletmelerin önüne demir ve renkli camlardan öyle iğrenç bir düzenleme yaptı ki, sadece “kent estetiği bu kadar nasıl bozulur” konulu bir tezi tarihe yazmakla kalmadı, yaya yürüyüş yoluna da tecavüz etti o bölgede!

 

Bu kadar başarısız ve kısır bir adamı yeniden, nasıl belediye başkan adayı yaptılar, anlamak mümkün değil doğrusu?

 

Oylar bu kez Osmangazi’de, Eczacı Erkan Aydın’a!

 

Laf lafı açıyor da…

 

Yahudilik’teki havranın karşısında her gün 24 saat neden birkaç polis nöbet tutuyor orayı korumak için?

 

Yahudiler, işgal ettikleri Filistin topraklarındaki camilere bir zarar gelmesin diye oraları koruyorlar mı Allah aşkına?

 

Tam tersi, bırakın korumayı, bizim millet de alıştı artık, resmen soykırım uyguluyorlar orada ve bizim Devlet hala Musevilerin ibadet yerlerine bir zarar gelmesin diyerek, benim polisimi yaz kış sokakta ağaç ediyor!

 

Birileri bu duruma bir “dur” demeli artık!

 

Camileri arada bir otomatik silahlarla tarayarak katliam yapanların cenneti Avrupa Birliği üyesi ülkeler Müslümanları koruyor mu ki, biz Yahudilerin başını bekleyelim?

 

Evet…

 

Arap Şükrü Sokağı’nın üst tarafındaki Kuruçeşme Mahallesi’nde, yokuşun başında yaşanıyor şimdi anlatacağım fıkra gibi olay.

 

Recep Altepe’nin, Kamberleri dağıtmasından sonra kentin dört bir yanına yayılan esmer vatandaşlardan biri ağız dolusu küfrederek etrafa doğru bas bas bağırmaktadır!

 

-Kim çaldı ulayn benim gül gibi motosikletimi, kim çaldıysa çıksın ortaya be ya?

 

Bu bağırtılara artık daha fazla dayanamayan yaşlı bir teyze camdan başını dışarı doğru uzatarak seslenir:

 

-Evladım, burada bağıracağına polise gitsene?

 

“Ne polisi teyzeciğim! Benim bisiklet de çalıntı zaten!..”

 

-Nee?

 

“Evet, oğlum çalıp bana hediye etmiş, çok mu?”

 

-Haa! Anladım evladım; madem çaldınız, sonra tekrar çalarsınız, üzülme sen bu kadar!

 

“Sorun o değil teyze, ona üzülmüyorum, ben çalarım ama kimse benden çalamaz! Nerde layn o şerefsiz hırsız?!..”

 

Hadi hepinize iyi günler, hayırlı Ramazanlar, iyi seçimler…

 

Ancak, oy kullanırken EŞEK olmayın sakın!

 

Kimi Politikacılar “EŞEK” sever bu memlekette!

 

“Ben şunun bunun oğluyum, ben Atatürk çocuğuyum” filan diye sizi keklemeye çalışanlardan uzak durup, gerçekten hak edene verin oylarınızı!

 

Diğer Haberler