Kısa bir süre önce vefat etti…
Keles’te uzun yıllar boyunca ilçeye atanan kaymakamların yardımcılığını yapan Nevzat abi (Nevzat Ulu) dünya iyisi bir adamdı; sonradan işittiğime göre, haberim olmadı, gidemedim; o dev gibi insan Allah rahmet etsin, kalp krizi geçirip ölmüş.
Nevzat abi henüz 2-3 yaşlarındayken konu komşuya gittiklerinde annesi Feride teyze milleti güldürmek için sorarmış:
-Nevzaat, g.tün ne dedi yavrım?
Sanki uzaydaki kara delikleri keşfetmiş gibi kasım kasım kasılarak bu soruya şu yanıtı verirmiş Nevzat abi:
“Pırt dedii!..”
Ne dedi?
“Pırt dedii!..”
G.t zaten “pırt” der.
“Zart” diyenleri de vardır; konçerto kıvamında konser verenleri de…
Ortalama sağlıklı bir insan günde 12 ya da 15 kere osurur.
İki dakika 42 saniye hiç ara vermeden osuran insanlar tespit edilmiştir.
Yanıcı gazlardan oluşur; içi seni yakar, dışı beni.
Fakat kentin batı yakasından 6 kişinin aynı anda yellenmeleri sonucu “zaartt” diye öyle bir ses geldi ki, Recep İvedik bile bir osuruşta sadece tek şişe devirebilirken, Richter ölçeğine göre “9” şiddetindeki bu son osurukla Marmarabirlik’in yaklaşık 250 dönümlük çok kıymetli arazilerini devirmeye kalkıştı birileri.
Ve Bursa basınının hiçbir sayfasında bu gelişmenin ayrıntılarını ne gördüm ne de okudum!
Fadime’nin donu, aşıyordu hepsini bu konu!
Çünkü Yönetim Kurulu Başkanı Hidamet Asa’nın dürüst, açık, zeytin üreticisinin haklarını koruyan, daha önce sürekli zarar edip, milyarlarca lirayı Hazine’ye yani, bizlerin sırtına yükleyen eski çakalların aksine kurumu astronomik bir şekilde kara geçiren 15 yıllık yönetim anlayışı sonucu Marmarabirlik bir dünya markası haline gelmeye başlamıştı bile.
Rafları yeni ürünler doldurmuş, Los Angales’ten uzak doğuya kadar dünyayı saran yeni bayilerle zeytinci ihya edilmişti.
Her bir icraatın altında imzaları bulunan bu 6 kişilik yönetim kurulu üyeleri bir gün ani bir manevrayla “kuruluşun zarar ettiği” yönünde saçma sapan bir bahaneyle Yönetim Kurulu Başkanı Hidamet Asa’yı düşürdüler!
Daha doğrusu düşüremediler, içerideki yayın tava ve Tekirdağ rakısından esintiler taşıyan osuruk kokusunu algılayınca toplantıyı kendisi terk etti adam.
Oysa Marmarabirlik gerçekte 730 milyon lira kardaydı yani, bu rakam 1 milyara doğru hızla yükseliyordu; kasasındaysa trink 400 milyon parası vardı.
Peki, nereden çıkmıştı bu zarar hadisesi?
Evraklar henüz “enflasyon muhasebesine” göre düzenlenmemişti, zamanı gelmemişti çünkü.
Tamamen maliyet muhasebesine ve mevzuata uygun bir durumdu bu.
Nitekim, Hidamet Asa’ya sözünü ettiğim “osuruk darbesi” yapıldıktan tam 2 gün(!) sonra muhasebe kayıtları revize edilmiş, kurumun değil zarar 730 milyon karda olduğu kabak gibi ortaya çıkmıştı.
Hidamet Bey bu güne dek hiçbir şaibeye karışmadı, tam 15 yıl boyunca görevini arıyla, namusuyla sürdürdü; çalmadı, çaldırmadı, akçeli işlerin yakınından bile geçmedi.
Alnı açık, başı dik.
Torunlara bırakılabilecek bundan daha güzel bir miras olabilir mi?
O’nun görev yaptığı dönemlerde kendilerini gazeteci olarak yutturan, 212 Sayılı yasaya göre çalışsalar bile çapsız ve yazmaktan aciz kimi karakterler sülük gibi ememediler Marmarabirlik’i!
Hidamet Asa diğer kurumlar gibi beslemedi bunları.
Ramazan aylarında ya da yılda bir-iki kere ticari hedefe yönelik gerçekçi reklamlar verdi.
Pınar O’nun sayesinde almadı yeni arabasını; üstüne bir de şoför tutup, arka koltukta seyahat edemedi.
Sibel O’nun sayesinde saçlarına meç yaptırmadı, düzeltemedi façayı.
Çantacı Kemal sigara içmekten dolayı sapsarı olmuş dişlerini O’nun sayesinde yaptıramadı; zaten hiç yaptırmadı, oldum olası böyle kirliydi!
Yedi karılı “Hürmüz” hayatında göremedi bu kadar parayı, kendine yeni evcikler alamadı. Çünkü ona da vermedi Hidamet Asa, gelene gösterdi pupiyi!
İstemeye gidenler arkalarını dönüp osura osura uzaklaştılar oradan.
Bu gazeteci kılığındaki güruhun kalitesizliğe örnek olsun diye iki anımı paylaşayım.
Gümüşhane’ye gidiyoruz…
Bir yerde mola verdik.
Bazıları O’ndan “Sütsal İlhami”, kimileriyse “Google İlhami” diye bahseder.
Google’dan bulur bir şeyler, kopyalayıp yapıştırıp “yazı” diye editöre gönderir.
Herhangi bir konuda eğitim gördüğünü hiç duymadık.
Pıyıklı abisi Faruk Çelik aldırdı Bursa Hakimiyet’e yazar olarak İlhami’yi.
Yedi karılı Hürmüz de O’nun adamıydı.
Sonra Bursa Hakimiyet’i de aldı Faruk Çelik.
Sahi! Hasan Dağcı nerelerde acaba?
Artık hiç lafı bile anılmıyor.
Hemoroid ameliyatı olmuş, artık osururken ses de çıkaramıyormuş diyorlar!
Neyse, bir yerde mola verdik.
Gürsu Belediyesi’nde çalışan bir herif o sıra kurumun paralarını iç edip, 2 milyon kadarını şans oyunlarında yemiş.
Sonra yakalandı tabii…
Millet otobüsün yanında toplu halde sigara içerken, İlhami Gürsu’lu olduğunu öğrendiği birine, “Orada bir Loto bayisi vardı, o çocuğu oyun oynamaya teşvik eden. Ne oldu O soytarıya?..” diye sordu?
Adam demesin mi “O soytarı benim” diye!
Piştii!
Bu adam akşamdan, hedef gördüğü, kente yeni tayin edilmiş ne kadar amir, yönetici filan varsa Google’dan araştırma yaparak bilgi toplar.
Sonra yanına giderek “Benim dede soyum da Kepsut’ta yaşamış, Amcam Göle’de 2 yıl görev yaptı” gibi laflarla ilişki kurmaya çalışır, akraba olmak için yazışır!
Hatta O’na sorarsanız Oxfort’ta okumuştur.
Eski kraliçe İlhami’nin yengesidir.
Japonya’nın Türkiye büyükelçisi “Horama Koma Burama ko’yla” g.te parmak, enseye tokat yakın arkadaşlardır!
Ancak bazen soytarılar da çıkıverir işte böyle karşısına…
Heyet halinde bu kez Kastamonu yollarındayız.
Kastamonu’nun neyi meşhur?
Sarımsağı değil mi?
Otobüs şoföründen “sağda durmasını” istedi Yüksel Baysal…
Biz “n’luyor” filan derken bu hemen yan taraftaki sarımsak tarlasına girerek bir kök söktü.
Sonra sağ eliyle bir kucak krizantem sunar gibi ileri doğru uzatıp muhabir bir çocuktan “fotoğrafını çekmesini” istedi!
İnternet’te gezinen “komik” fotoğraflar vardır ya hani, pıyıklı iki Çemişgezekli abi bir buket yapma çiçeği uzatmış, stüdyoda hatıra resmi çektiriyorlar filan.
Sarımsakla hatıra fotoğrafı çektirmek de nedir Allah aşkına?
Ne istiyorsun adamın sarımsaklarından?
Git pazara, al sarımsağı, yat çimenler üzerine, yap selfie’ni, bastır kağıda, as duvarına.
Adam hayatında hiç sarımsak mı görmedi acaba?
Meğerse sonradan anladık, subniminal mesaj veriyormuş birilerine:
“Sarımsak, sarımsak, sarım sarım sarılsak!..”
Bursa’da üstü örtülü gizli mesajlar veren biri daha var ki, O na da çok gülüyorum ben.
“Akbank’ın tenzil-i rütbe yaptığı birini BESAŞ’a yönetim kurulu üyesi yapmak büyük bir hata!”
Şimdilik bildiğimize göre ordudan atılan Fahrettin Beşli’yi BURULAŞ’ın başına koyduran acaba kaçıncı derece?!.
Önce Bursa Otogarı, sonra İstanbul Esenler Otogarı, ardından da Bursa’nın ulaşım sistemi!
Acaba hangi maşrık-ı azam kolluyor bunu.
İnsan ilişkilerinde son derecede başarılı olan Başkan Mustafa Bozbey, bu tipleri barındırmakla çok büyük hata yapıyor.
Mesela camiada “Yüzde 50’ci Feza” diye bilinen yani, belediye hakları için sanatçı fiyatlarını yüzde 50 düşürten Feza Soysal Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’na “baş” yapıldı.
Bilin bakalım “festival” açılışını kimle yaptılar?
Ben bir-iki uyarlamasını sever ve dinlerim. “Gülname’yi yüksek sesle deneyimlemek” çok büyük keyiftir mesela.
Adamın müzik bilgisine, yorumlarına da saygım sonsuz ama bu Feza her etkinlikte Mercan Dede’yi, Arkın Alen’i çağırıyor.
Valla koca şehirde benden başka O’nu ara ara dinleyen 5 kişi daha çıksın dişimi kırarım dişimi.
Ve dümbelekçi Burhan Öçal…
O da Feza’nın vazgeçemedikleri arasında.
Adam Bursa’da dümbeleği çala çala Feza sayesinde gidiş geliş her sene yolunu bulmakta.
Başka dümbeleklere de vuruyor Burhan hazır buralara kadar gelmişken!
“Düm tek a düm tek!..”
Feza da ondan “vurma” konusunda ders alıyor.
Bazen vurmalı sazlarını değiştiriyorlar.
Avukat Semiz’in, Feza için “Ya çok kıllıymış be, ağzım kıl doldu” dediği gün düşüyordum sandalyeden gülmekten!
Sanat işte böyle gelişiyor, kolay değil.
Gelelim BESAŞ’a “baş” yapılan Orkun Gazioğlu’na…
Zaten ekmekler çok bozuldu, kesilirken ufalanıyor.
Peynirler kireç gibi.
Kurum şeffaf değil.
Mesela geçen yıl kaç paralık maya ve un kimden ne kadar alındı?”
Hangi şirketten alındı.
İhalelere kimler giriyor?
Aynı una ben 10 kuruş eksik fiyat vereyim, alırlar mı?
Yüz milyonlar toplanıyor BESAŞ’ta.
Hesap?
“Oysa günlüğünde şöyle ifadeler yer alıyor Orkun Gazioğlu’nun:
“Bu sabah kalktım, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in vekili olarak elimi yüzümü yıkamak için çeşmeyi açıp, kendisine “hayırlı günler” diledim; saygılarını ilettim.
Başkan için, Başkan’ın vekili olarak Kayıhan’da cantık yidim, pideciye Başkan’ın selamını söyleyerek, sırtını okşadım.
Büyükşehir Belediye Başkanı’nın vekili olarak toplam 200 çocuğun sünnet törenine katılıp, (Ulan bitmedi bunların çüklerinin işleri be, içlerinden biri üstüme işedi zaten, inek!) sünnetçi Mahmut’a, Bozbey’in “usturan keskin olsun ustam” konulu mesajını ilettim.
Şerefsiz Mahmut 5’inin pipisini yamuk kesmiş. Sonra onların düzeltilmesi için “Şehir Estetiği Kurulu’nun” düzenlediği törene Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in vekili olarak katılım sağladım.
Kıymetli, hörmetli Başkanım Mustafa Bozbey’e vekili olarak içimden dua okudum. Sonra da “amin” dedim, “suphanallah” dedim.
Ardından Cuma namazına müteakip Emirsultan’da ballı lokma tatlısı dağıtım törenine Başkan’ın vekili olarak katıldım. Lokmaları yiyen eve koştu, yiyen koştu! Şu vekili olduğum başkanım çok akıllı ve yaratıcı bir insan mübarek. “Yiyeceksin yağlıyı, öpeceksin dağlıyı” diyor mukaddes varlık. Öte dünyada da vekili olurum inşallah.
Dünya Barış Günü’nde Mustafa Bozbey’in vekili olarak bizim mahalleye gelen çöpçülerle barıştım, oysa çöplerin zamanında alınması için bizim belediyeyi de aradım, beni sallayan olmamıştı!
Bizim hanım eve “domates” istedi. Hazır gitmişken başkan vekili olarak manava Bozbey’in selamlarını ilettim. Arada da çaktırmadan bir tane de elma götürdüm!
Ya “elma” dedim de, bu Pamuk Prensesin 7 cücelerle arasında bir şey geçmiş midir acaba?!. Pamuk Prenses’in manevi huzuruna Başkan’ın vekili olarak Bozbey’in selamlarını ilettim. Kız tırmıkladı beni, ormanda biraz vahşileşmiş mi ne?!.
Mübarek İbrahim (A.S.) nin ikinci karısı Sare’nin adını taşıyan bir kızımızın nikah törenine Başkan’ın vekili olarak katılım sağladım. En az üç çocuk, iki kaynana bir de baldız diledim! Baldız baldan tatlıdır, sevenler kanatlıdır. Bizim belediyenin su şirketi müdürü sekreteriyle basılmış. Bu sekreterler çok tehlikeli bir canlı türü. Eninde sonunda ya milletvekili oluyorlar ya da villa sahibi. Başkanın vekili olarak su müdürünü ziyaret edip, hayırlı başarılar diledim. Sonra s. Etmişler çocuğu! Şu siyasette acaba kaç kişi var ki karısını boşayıp, sekreteri ya da bir personeliyle evlenmesin? Hasan Fehmi Güneş’ten tut da Mudanya’nın hayırsız belediye baş eskisi Hayri, Ergün Göknel ve hatta Deniz Baykal’a kadar hepsi kart zampara çıktı. Bir tek Ecevit yapamadı o işi! Kuru karı yaptırır mı hiç adamı gece keser valla. Kuru Karı’nın ailesinin topluca şizofren olduğunu biliyor musunuz bu arada?
Sonra Başkan’ın vekili olarak şehri dolaşıp, sokak hayvanlarına “miyav ve hav hav” dedim. İçlerinden biri kovaladı beni terbiyesiz! Daha yeni aldığım pantolonu popo kısmından yırttı. Köpeğe BESAŞ peyniri verdim yemedi it! Sonra Başkanımı arayıp durumu anlatınca o da “ha ha” dedi! Ee bunlar da siyaset mesleğinin cilveleri, n’apcan A. godumun?
Acaba Bozbey’i görevden alıp başkan vekili olarak yerine beni getirirler mi? Ya da belki ondan sonra. Gerçi babam sağ olsun ama “bu gün sünnet, yarın deniz” ne kadar şahane olur değil mi? İşte o gün kendi kendimin vekili olarak vatandaşlara kendimin selam ve sevgilerini iletebilirim belki. Bazı çok özel projelerim de var. Bursalılara karpuz ya da lokma yerine umumhane tatlısı dağıtmayı düşünüyorum. Amca ve teyzeler daha da heyecan yaşasın biraz.
Yakışıklı Başkanım Bozbey’in vekili olarak sünnet olan çocuklara su tabancası, evlenenlere oyuncak bebek veriyorum. Bizim şöfer o akşam dünya evine yeni giren gençlere yanlışlıkla “su tabancası” vermiş. Başkanım adına sanırım sabaha kadar birbirlerine su sıkıp durmuşlardır! (Bu esprinin mucidi eski milletvekili Feridun Pehlivan’dır.)
Yıldırım taraflarında Emel Duman diye bir meclis üyesi daha çıkmış, Başkan’ın adıyla O’nun selamlarını ileterek törenlere katılıyormuş. Palyaço filan da oynatıyormuş. Derhal O’nun Başkan adına saçını başını yolmam lazım. Balon şişirip dağıtmam lazım.
Başkanın vekili olarak kendisi adına 2 kolon Loto oynadım. Bi şey çıkmadı A. Godumun!
Bu gün bir basın açıklaması yapıp, Başkan adına, vekili olarak tüm Türkiye, Orta Doğu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve balkonlarda oturan kardeşlerimizin bayramlarını kutladım. Gerçi Başkan da kutlamış ama olsun! En güzelini, en iyisini O bilir nasılsa. Sanki bir melek.”
Hidamet Asa Bey, üstünden hayli zaman geçti; durumu artık pek çok insan öğrendi bile.
Müsaade ederseniz bir kısmını daha açık yazmak istiyorum artık.
Hani biri var; Faruk Çelik.
Siyasetin her türlü nimetinden yararlanmış, Merhum Erbakan’ın dediği gibi “üzüm iken şarap olmuş” Faruk Çelik.
Her şeyin kendi kurallarıyla yürümesi şartıyla oğlu Enes’e Marmarabirlik’in Avrupa bayiliğini istiyor Faruk Çelik.
Ve bunun için acayip baskı yapıyor Hidamet Asa’ya.
Fakat, kurum menfaatlerini daima önde tutan Asa olumlu cevap vermiyor böyle bir isteğe, ahlaklı bulmuyor.
Hatta kalkıp Ankara’ya giderek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan randevu alıp, durumu anlatıyor.
Erdoğan hemen yardımcısını çağırıp, “Faruk’u arayın, derhal buraya gelsin” diyor!
Cumhurbaşkanının bu pıyıklı abiye söylediği ilk söz şudur:
“Daha sana ne kadar lazım Faruk?!.”
Evet, ne kadar lazım?
Onca maaş, bankalarda yönetim kurulu üyelikleri, sağdan soldan gelen onca para, plazalar, kiralar…
Daha sana ne kadar lazım Faruk?
Geçenlerde Nilüfer’in “pıyıksız” inşaatçısı Ekrem Pamuk’u arayıp, “ne yapacaksın o kadar parayı” diye sordum?
Bak Emin Adanur hacet gidermeye tedariksiz vardı, sonra da Yunan ellerinde domala domala taş arıyor!
Açıkça “kasama sokacağım” dedi!
-Senin kasa “manda kasa” bile değil; alamaz ki hepsini!
El cevap: “Kıvırıp, kıvırıp öyle sokacağım!”
Yetmiyor, oğlunu bu kez Bursaspor’un başına koyuyor Faruk Çelik.
Ne işi var Enes’in orada?
Gitsin bir büro açıp arabuluculuk yapsın.
Ülkede dernekler, vakıflar, ticari işletmeler ayrı kanunlarla denetlenir.
Hele dernekler…
Her yeni genel kurulda üyeler üstü kapalı, ne olduğu anlaşılamayan bir bütçeye “evet” ya da “hayır” der, “ibra” ile iş biter gider.
Bazı futbol kulüpleri varmış Türkiye’de.
Çok fazla parası olup da kasası dar gelen bazı paragöz herifler bu kulüplere borç verip, senet alıyor…
Ardından da bir kısmı kulüpte bırakılıp kalanı sahibine ödenerek bu yeni meblağ bembeyaz, pir-u pak tertemiz hale getiriliyormuş!
Bilmem anlatabiliyom mu?
MASK yaz rehavetinden uyanamadı galiba hala!
İşte o günden itibaren uzak durdu Faruk Çelik Marmarabirlik’ten.
Fakat şimdi en büyük engel yani, Hidamet Bey -şimdilik ortadan kaldırıldı.
Yönetim Kurulu üyelerinden biri “pırt” diyerek, garnının şişini indirdi.
Marmara Birliğin Başköy’deki 180 dönümlük sanayi arsası “geriye” taşınacakmış!
Bu adamın kasası geriden açılıyor anlaşılan.
Açılırken de “pırt” diye ses çıkarıyor, yağlamak lazım.
Bu haliyle değeri biçilemeyecek kadar ballı bir iş.
Ya bir sanayi sitesi yap, ya da imar değişikliğine gidip oraya bir kent kur.
Değeri ölçülmez.
Ekrem Pamuk da yıllarca kasayı böyle doldurdu zaten!
“İmar değişikliği.”
Bu gün aklı ve vicdanı olan herkes Hidamet Asa’ya destek olur.
CHP’deki kavga niye sanıyorsunuz?
Bir kere bu çatışma, “Alevicilik” yapan Ermeni ve Kürtlerle “beyaz Türkler” arasındaki “çeşmenin başını tutma” hadisesi.
Her yıl yüzmilyonlarca liralık devlet yardımı…
Herkes payını alıyor.
Nasıl harcandı, nereye harcandı belli değil.
İş Bankası’ndan gelen paraları da ödemiyorlar.
Birileri “saray” arıyorsa CHP Genel Merkezi’ne baksın!
Alt katta, garajdaki lüks arabalara mesela?
Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş…
Adamda faça düzeldi be!
Geçmişte Heykel’de dandik bir iş hanının yöneticiliğini yapan Yeşiltaş şimdi marka kıyafetler, özel gömlekler giyer oldu. Daha önce yıpranmış kemerler ve kolları parmaklarına dek uzayan ceketler, yüz yıldır çözülmemiş kravatlar kullanırdı.
Altındaki Vito minibüs, şoförü, yakıtı ve sair giderleri kim ödüyor?
Bir taraf üzüm iken şarap, bu tarafsa kuru üzümden hoşaf oldu!
CHP Genel Merkezi seçim dönemlerinde İl ve ilçe yöneticilerine sıyırmaları için küçük miktarlarda paralar gönderir.
Çay-çorba gideri derken o yollukları birileri yutar zaten.
Şimdi…
Mudanya CHP ilçe başkanlığı, Keles’e, doğru dürüst örgütü bile olmayan bir yere tam donanımlı, ses tesisatlı minibüs hediye etmiş.
Nereden bulmuş Mudanya o aracın bedelini?
Ya belediyeden Deniz Dalgıç tarafından aktarıldı ya da belediyeye iş yapan bir müteahhitten.
Deniz Dalgıç daha evvel 3 ay önce aday olduğu CHP’ye belediye başkan adayı olabilmek için, milyonlarca lira para vermekle, kendi ailesinin Vekili olan Nurhayat Kayışoğlu’na Bademli’deki 40 milyonluk villayı 20 milyona, kredi kartına 9 taksite satmakla anılmıştı.
Hatta Başkan olmadan önce “Nilüfer’de her işin bir tarifesi var, bu adam ne yapıyor, ne de yaptırıyor” diyerek Hayırsız Hayri’den yakınmış, ardından inşaata devam ederek yolunu bulmayı sürdürmüştü.
Geçenlerde “yanında bir cins-i latifle Kıbrıs’a inceleme gezisine gitti” diyorlar.
İncelemesine gerek yok aslında, hepsi aynı!
İlaveten al karoyu ver parayı.
Mudanya’da bir tane normal üyenin gidip de 10 bin lira bağış yaptığına ihtimal vermiyorum.
Nereden geldi Keles’e verilen minibüsün parası?
Ee o zaman ne farkın kaldı senin eleştirdiklerinden?
Eskiden bütün partiler para bulabilmek için yemekli toplantılar yapar, bağış kampanyaları düzenlerlerdi…
Keles’teki üç-beş kişi her ay belediye şirketlerinden paralar almayı biliyorlar da aralarından biri bile mesela 4 tane kış lastiği alıp koymuyor bagaja?
Arabanın masraflarını bile ödeyemeyecek bir örgüte minibüs hediye ediliyor.
Bari halkın yararına kullanın da çürümesin o alet orada!
Kadınlara bahçelerinde çalışmaları için ring düzenleyin mesela.
İhtiyacı olanları Bursa’ya getirip götürün örneğin.
Halkçı olun biraz.
Ah benim sevdalı başım
Ah benim şair telaşım
Ah benim sarhoşluğum
Ah çılgın yüreğim
Sus artık uslandır beni
Kaç okyanus geçtim böyle
Kaç denizde yitip gittim
Kırılmış direkler yırtık yelkenlerle
Kaç seferden yorgun döndüm
Ah benim yaralı ruhum
Ah benim insan kusurum
Ah benim isyanlarım
Ah yalnızlıklarım
Gel artık uslandır beni
Ah benim iyimser yanım
Ah benim aldanışlarım
Ah benim kavgalarım
Ah pişmanlıklarım
Sus artık uslandır beni
Ah benim iyimser yanım
Ah benim aldanışlarım
Ah benim kavgalarım
Ah pişmanlıklarım
Sus artık uslandır beni
Kaç okyanus geçtim böyle
Kaç denizde yitip gittim
Kırılmış direkler yırtık yelkenlerle
Kaç seferden yorgun döndüm
Ah benim yaralı ruhum
Ah benim insan kusurum
Ah benim isyanlarım
Ah yalnızlıklarım
Gel artık uslandır beni
CHP böyle de Ak Parti farksız mı sanki?
Sanki üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi bir yapı.
Ne enerji var, ne ruh.
Bursa İl Başkanı Davut Gürkan siyasetin başına bir yük.
Sok Sok Hayri’nin evinde Celal Sönmez’le tavla oynamaktan başka bir yerde hayal edemiyorum O’nu!
Küçük dünyaları kendisi yarattı, O’ndan başka kimse bir şeyden anlamaz.
Bursa’da seçim kaybetmelerinin nedenlerindendir Davut Gürkan; halka uzak, İntam’daki locadakilere yakın!
Siyaset bilmez, halkın arasına girmez.
Arada bir basın toplantısı düzenleyip, vaziyeti kurtarmayı seçer.
Adeta bir “aristokrat” abi!
Eski İl başkanlarından Hayrettin Çakmak O’nun yanında amele kalır.
İşte böyle Hidamet bey…
Siyaset bu durumda…
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.
Birilerinin yüzüne tükürsen…
Yüz yok ki adamlarda!
Bundan sonraki yazımda yüzü olmayan paragöz avukat bir politikacıyı anlatacağım size ve daha neler neler.