Yazarlar

Terbiyesizler!

post-img

Koza Han’ın, Kapalıçarşı tarafından girişinde hemen sol tarafındaki çay ocağında kahve içmeyi çok severim, daha doğrusu severdim…

 

Dilediğiniz fincanı seçer, yazdan kalma ılık bir sonbahar sabahı höpürdete höpürdete yudumlardınız Yemen’den gelen telvenin suyunu.

 

Bu sefer sevmedim!

 

Ne fincanımı seçtirdiler ne de ayağı kırık o tahta masada gönül rahatlığıyla güneşin keyfini yaşattılar bize.

 

Kahvenin fiyatı mı arttı yoksa, bir bardak suyun bedeli mi yükseldi anlayamadım doğrusu?

 

İkinci nesil bir kahveci güzeli oturtmuşlar masaya, Merkez Bankası gibi para kesiyor milletten!

 

Ayıp be!

 

Esnaflık biraz da kanaatkar olmayı gerektirir bizde.

 

Al o paraları kıvır kıvır da desteleyip akşama bankaya yetiştir çocuk.

 

Birkaç hafta önce Edremit Körfezi’ne gideceğiz…

 

Gürle’deki evimin balkonuna ziyarete gelenlere el verip, siyasette mesafe katetmeleri için sabah erkenden kalkıp üç kulfallah, bir elham okuyup, iki de tecvid namazı kılmışım.

 

Bir buçuk litrelik pet şişeye 3226 Tebbet okuyup, üfledikten sonra 99 tesbih çekip, Aytekin’le kıldığımız kaza namazlarını düşünmüştüm birden bire.

 

İnanır mısınız, kargalar daha bokunu yememiş.

 

Gürle’deki evimin balkonuna habire def-i hacet edip duruyorlar.

 

Derken,

 

Gürle’yi dinliyorum, gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalıçarşı

Cıvıl cıvıl Mahmıtpaşa

Güvercin dolu avlular

Çekiç sesleri geliyor doklardan

Ortalık geçilmiyor boklardan!

 

Ayağım kırık, gönlüm buruk.

 

Özgür Özel çalıyor kapımı.

 

“Apla, sen insanlara el veriyormuşun, bana da iki kel ver de gitsin bu Piliçdaroğlu artık başımızdan” diyor.

 

“İstediğin el, dilediğin kel olsun”; “gel çocuumm, ben sana bi içli köfte yapayım da yi” diyorum büyük bir samimiyetle.

 

Ve akşamdan içine okuduğum yarım pet şişedeki yapma rakının kapağını 5 saniye boyunca açarak yüzüne doğru 20 promil kadar üflüyorum.

 

Özgür Özel kafayı mı buluyor yoksa artık kafa mı yapıyor işin orası benim için hala bir muamma, yan balkon komşumun adı da Mualla’dır ama az sonra kapı da çalıyor artık.

 

Gelenlerden ilki bulaşıklarımı yıkamaya koşan Lale Karabıyık, odunlarımı kırmaya gelen Nezih Karabıyık’tır.

 

Az sonra beraberinde iki çuval ithal kömürle CHP’li Fatma Belgin Gökçe yetişiyor imdadıma.

 

“Lale” diyorum, “kız yakıver şu sobayı da az sonra toprak herif Orhan Sarıbal da damlar nasılsa. Hava yağışlı. Islanmıştır kendileri. Çamura dönmüştür billahi. Bir el vereyim de armutları büyüsün minik bebeğimin!..”

 

Ha! Evimizin oğlu Erkan Aydın’ın oğlunun kayınbiraderinin yengesinin emmisinin sünnet düğününde kendisine el vermiştim de balkonumda elimi öptürüp, sağlık memuru olup çıktı kerata!

 

Ahh Ahh! Tansiyonum çıktı tansiyonum.

 

İki tane hadsiz yüzünden pansiyonum bile çıksa yeridir.

 

Bursa’dan Medibilmemne Hastanesi’nin melek başhekimi Fadime’yle görüştük.

 

“Acil buraya gelmeniz lazım” dedi.

 

Neyse, lafı uzatmayayım,  ambülansla beş dakikada Gürle’deki evimin balkonundan şehir hastanesine ulaşmak varken toplam 5 saatlik acil bir yolculuğun ardından Medibilmemne Hastanesi’nin acil servisinden içeri acil giriş yaptım.

 

Kapıda beni törenle karşıladılar.

 

Hastanenin başhekimi Fadime arabasını yine hastanenin önüne dayamış, valeler her gelen gidenden 90 papel para kesiyorlar alimallah.

 

Valeniz çıksın tez zamanda inşallah ya rabbim!

 

Kafeteryada bi piramit pasta olmuş 100 lira!

 

“Hastaneye de bi el vereyim” dedim ama balkon yapmayı unutmuşlar; e terastan da olmuyor bu işler, illa balkon lazım insana.

 

İçcen şarabı, giycen çorabı, öpcen Arabı, hadeee!..

 

Aklıma CHP Nilüfer İlçe Eski Başkanı Mehmet Turan Tansal geliyor

 

“Ona da bi el vereyim” diyorum içimden.

 

“İstemem, Allah korusun” demesin mi terbiyesiz!

 

“Tansal” dedim, “eğer ölürsem beni bir mezara filan gömmeyin. Tören filan da yapmayın sakın. Doğanın kucağına sarın beni, sarın beni!..”

 

“Abla, ben sana niye tören yapayım ya” demesin mi terbiyesiz!

 

Oysa Hayri’den Mudanya Belediye Bandosunu isterdik.

 

Kortej “Gülbahar” parçası eşliğinde ağır ağır ilerler, bandonun “majörlüğünü” yapan Mehmet Turan Tansal sopasını arada bir başına düşürerek kafasını yarardı.

 

Arkadan tütülü balerin kızlar yürür, beyaz taytlarını  giymiş semazenler eteklerini savura savura Tokat usulü “başak kebabı”  gösterisi sunarlardı millete.

 

Resmimi taşımak elbette şer odakları Pelin Pelerin’le, aslında istesem hakkında neler yazarım ama o Mehmet Ali Yılmaz denilen hadsize düşerdi.

 

İzmir’in dağlarında çiçekler açar; bizler sosyal demokrat, devrimci ve evrimciler olarak bu memleketin şeyini şeyettirmek için, esmerim biçim biçim biçim, ölürem esmer için!..

 

Babamdan bana yadigar kalan Beşiktaş için ilk Şifo Memed’i tanımıştım ki, o benim için en zor Şifo’dan daha Şifomsu, hani derler ya ofsaytımsı, belki de Şifomtrak, ofsaymtrak bir adamdı…

 

Ah Aytekin ah!

 

Abdullah da erken gitti zaten.

 

Kortejin en önünde  yapma çiçeklerle süslenmiş tahta kasalı kamyonun üzerindeki pembe plastik bir leğende Lale, başında yemenisiyle Fatma Girik gibi alnına sabun köpüklerini süre süre çamaşırlarımı yıkar, Nezih odun kırmaya devam ederdi.

 

Fatma Belgin Gökçe hala üfürerek sobayı yakmaya çalışmakla meşgul olurdu elbette.

 

Ölmüyorum anacığım, tekerlek icat oldu ben hala yaşıyorum.

 

Hatta Çinliler set yapmışlar, o gün bu gündür iki ayağım kırık vaziyette iki acil servis arasında gidip gidip geliyorum Asya kıtasında; ölmüyorum işte!

 

Böbreklerim düştü gitti,  bluetooth’la haberleşiyorum, yine de ölmüyorum, bak tansiyonum çıktı yine, terbiyesiz şer odakları!

 

Terbiyesizler!

 

NOT: Bunları Gürle’deki evimin balkonundan yazıyorum.

 

Kargalar çalışmaya başladı artık.

 

 

 

 

Diğer Haberler