Yazarlar

Fatiha

post-img
Okurum Ersin İncin mesaj göndermiş, "Üstad, bu gün 5 Mayıs, dört gündür yazı yazmıyorsun. Şu sıkıcı günleri atlatmak için biraz daha sık yazarsan sevinirim, iyi geliyor" demiş yazarınıza... Bir kalem erbabı için ne kadar hoş, ne kadar güzel ifadeler bunlar. Açıkçası, "Post Modern Ekonomik Darbe" başlıklı yazım acık daha dursun, biraz daha okunsun diye araya hafta sonunu da katarak bekledim biraz. Lakin, okur beni özlemiş, ben de okuru... Yirim, yirim, yirim!.. Ersin, bu yazıyı senin şerefine kaleme alıyorum emmioğlu!.. Bol bol oku, dön oku, bi daha oku... Geçen gün senin gibi bir kardeşimle buluşacağız dışarıda... "Abi n'erde görüşelim" dedi... "Osmanlının ilk şeyhülislamı, Somuncu Baba'nın talebesi, Kur'anın temel direği sayılan Fatiha Suresi'nin tefsirini Aynu'l-A'yân isimli eserinde yapan, üstelik de 7 ayet, 24 kelimelik bu sureyi tam 206 sayfa yazarak anlatmaya çalışan zatın türbe ve camisinde mi buluşalım yoksa, İzmir ve Selanik'i ikinci kez fetheden, İstanbul'un kuşatması sırasında Romalılara yardıma gelen Ceneviz gemilerini durdurmayı başaramayınca Baltaoğlu Süleyman Bey, O'nun yerine Kaptan-ı Derya olarak atanan, Enderun Mektebi'nden Fatih'in yakın arkadaşı lakin, sonradan Osmanlı düşmanı kesilen Eflak Voyvadası Vlad'a (Kazıklı Voyvada-Drakula) elçi olarak gönderildiği sırada kazığa oturtularak şehit edilen muhteremin türbe ve camisinde mi" diye sordum? Uzunca bir süre sessiz kaldı telefonun öte yakası... Sonra, "Abi bi Google bakayım" yanıtı geldi karşıdan... "Molla Fenari Hazretleri şimdi bana uzak gelir, en iyisi Hamza Bey Külliyesi'nde buluşalım" dedi, sonra!.. O kadar büyük ziynetler ve zenginlikler barındırıyor ki bu kadim şehir, içinde yaşayan pek çok kimse ne farkında ne de Kültür Parkında!.. O muhteşem alanı Bursalılara kazandıran Reşat Oyal ve son düzenlemeyi yaparak bu günkü haline getiren Hikmet Şahin'i minnet ve rahmetle anıyorum bu gün. Doğu Perinçek'i de yad ediyorum şükranla... Şimdiye dek yüzlerce siyasetçi tanıdım amma velakin Doğu Bey kadar politikaya vakıf, tarih ve coğrafya bilen, uluslararası ilişkilere hakim çok az insan gördüm. Pek çoğu dolgu malzemesiydi sahneye çıkanların... Göründüler ve kaybolup gittiler... Bir Süleyman Demirel, bir Doğu Perinçek, toprağa kök salmış zeytin ağaçları gibi ne yangınlar görüp geçirdiler, sonra yine de küllerinden yeniden doğmayı başardılar. Bir politikacının iddiası olacak, kıblesi olacak kardeşim!.. Samanlık solcuları Amerika ve İsrail kontrolündeki Kürt milliyetçilerinin peşine takılıp yürüdü, Perinçek'se bu ülkede, bu ülke insanı için siyaset yapıyor olmanın hakkını vererek gitti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden karar çıkarttırarak "Ermeni soykırımı hikayesini" iptal ettirdi!.. Düşünün... İsviçre'de "Ermenilere soykırım yapılmamıştır" demek bile suçtu bir vakitler!.. Adam mahkemeden karar alarak, pek çok ülkenin gözüne çaput tıkadı resmen! Taihi bir eylem, tarihi bir hizmettir bu. Türkiye'nin Nato ekseninden çıkıp, "Çin-Rusya-İran yani, yüzünü doğuya dönmesi gerektiği" tezinin de fikir babasıdır Doğu Perinçek... Ufku ve vizyonu vardır adamın... CHP Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu'nun bir projesini hatırlıyor musunuz siz? "Haramilerin saltanatını yıkaceyiz!.." Şimdi bi şey diyeceğim ama anladınız siz onu!.. Ancak Orhan Sarıbal gibi Dersim katliamının kinini süren, yaptığı en büyük icraatı "içli köfteyi" de yanına alarak, seçilen Kürt milliyetçisi belediye başkanlarını ziyarete gidenleri milletvekili yapmayı başarırsın sen çakma Gandi Kemal!.. Haramilerin saltanatını yıkacekmiş!.. Hadi ordan Kemal!.. Adam gibi siyasetçilerden biri de merhum Necmettin Erbakan'dır mesela... Oğlu Fatih Erbakan gazoz çıktı!.. "Simone de Beauvoir'ın erkek olduğunu" söyleyecek kadar da bilgisiz üstelik!.. Akrep Nalan da transseksüeldi O'na göre!.. Yaptığı toplantılarda hala haremlik-selamlık uygulamasını koruyan, kadını ötekileştiren bir anlayış sergiliyor Fatih... "Boyun uzun yakışırsın alaya, sen bu kafayla gidersen nınınını varırsın sılaya!.." Bir politikacının hiçbir şeyi olmasa bile fikri olacak... Türkiye bir vakitler sadece tarım ülkesiydi... Buğday, patates, arpa satarak alabiliyorduk dışarıdan gaz yağımızı, tüpümüzü, makinemizi... Üstelik de çorak ve kuruydu Anadolu toprağı... Sulanması gerekiyor lakin, elde yeterli alet edevat olmadığı için de bu henüz başarılamıyordu o yıllarda... Oysa bir "tık" sulanabilse araziler, kapasite beş "tık" artacaktı bir çıpıda... Rahmetli Erbakan "pancar motor" fikrini attı ortaya... Pancar Motor 1956 yılında Gümüş Motor adıyla faaliyete geçti. O dönemde, Almanya'dan yeni dönen genç bir mühendis olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan şirketin kurucu genel müdürüydü. Şirket, tarımda ve teknelerde kullanılacak küçük motorları memleketimizde ilk kez üretecekti. Alman lisansı ile 1960 yılında üretime başlandı. 1964 yılında bir özelleştirme ile şirketin yönetimi Pancar Kooperatiflerine ve Şeker Fabrikalarına geçerken, adı da Pancar Motor oldu. Pancar Motor tam 56 yıl faaliyet gösterdi. Türkiye'nin sanayileşmesindeki mihenk taşlarından biriydi Pancar Motor... Şimdi köy yollarında görüyorum... Üzerine bir amca bir de teyze binmiş, evlerine gidiyorlar... Çiftçimizin hem sulama aleti, hem traktörü, hem de binek aracı olmuş pancar motor artık... Necmettin Erbakan'ı da sevgi, saygı ve minnetle anıyorum... Pancar motor ne yapıyor? "Suluyor..." Su çekiyor toprağın altından... Peki, çok su çekilince ne oluyor? Boşluk oluşuyor aşağıda. Sonra? "Bamm" diye çöküyor ve yüzlerce metre çapındaki devasa obruklar oluşuyor!.. Bilinçsiz sulamadan dolayı Konya Ovası'nda şu an bunlardan yüzlercesi mevcut... Dolduramazsın, kapatamazsın, hiçbir şey yapamazsın... Binlerce dönümlük verimli araziler yok olup gidiyor böylece... Aslında insanoğlu artık hiçbir faydası olmayan şu şekeri tüketmeyi, şeker pancarını da üretmeyi bırakmalı bence... Şimdiye dek siz duydunuz mu bir politikacıdan şu "obruk" meselesine ilişkin somut bir öneri, tavsiye ya da alternatif bir proje? Yok! Yetişmiş adam yok memlekette adam! Yapıcı, gerçek muhalefetin köküne kıran girmiş!.. Fakat yine de yeni bir "fatihadan" yani, yeni başlangıçlardan umut kesmemek gerek... Tezveren Sultan'dan yukarı doğru ilerleyince Ulucami'nin açılışında okuduğu hutbeyle Fatiha Suresi'ni 7 farklı mealle açıklayan, Hacı Bayram Veli'nin hocası Somuncu Baba'nın dergahına, O'nun az ötesinde de Osmanlı'nın ilk şeyhülislamı Molla Fenari'nin türbesine varırsınız... Üzerine tam 206 sayfa kitap yazarak taçlandıran Molla Fenari de bir "Fatiha" hayranıdır... Kıraat, tecvit, sarf, nahiv, belagat, kelam, fıkıh, fıkıh usulü, tefsir usulü, hadis, siyer yani, peygamberin hayatı, ahlak gibi her alandan dem vurup bir fener gibi aydınlatır Müslümanları Fenari... "Şüphesiz ki Kur'an yedi harf üzere inmiştir. Her bir âyetin zahiri, batını, haddi, matlaı vardır" hadisini tahlil eder kitabında... "Sırf kuru bir tercüme ve Arapçanın kaideleriyle hareket etmenin asla bir tefsir olamayacağını" söyler. Mesela, Fatiha sûresinin başında yer alan "Rabbi'l-âlemin" ifadesini anlayabilmek için bu alemlerin neler olduğunu bilmek gerekmez mi sizce? Şimdilerde üzerinde çalışılan kuantum fiziği sözü edilen alem ya da evrenlerin sır kapısı olabilir mi sizce? Ve "idrak" yani "farkındalık" çok önemlidir Molla Fenari'ye göre... Doğru idrak için, doğru hislere sahip olmanın önemine işaret eder. Osmanlının kuruluşunu tamamlayıp, yükselmeye başladığı dönemdir... Gerek Bizans, gerekse Anadolu'daki diğer beyliklere karşı topraklarını sürekli genişletmektedir bu yeni kurulan devlet. Bilime, alime büyük önem verilmekte, hem öğrenciye, hem de hocasına maaş bağlanmaktadır... Bir bilgi insanının çıkabileceği en yüksek mertebeye ulaşmış olan Fenari geliriyle medreseler yaptırmakta, lakin geçimini sağlamak için de ipekçilikle uğraşmaktadır. Bursa kadılığını yürüttüğü sırada bir duruşmada Yıldırım Bayezid'in şahitliğini kabul etmeyerek tarihe not düşecek kadar ulu bir ruha sahiptir. Uludağ'ın yamaçlarında yine kendisinin yaptırdığı caminin haziresinde yatmaktadır. Sultan Niğbolu Zaferi'nden sonra Bursa Ulu Camiini inşa ettirmiş ve bilindiği gibi açılısında Cuma hutbesini Somuncu Baba namıyla meşhur Şeyh Hamid-i Veli okumuştur. Hacı Bayram Veli gibi Fenârî'nin de hocası olan Somuncu Baba, hutbede Fâtiha Sûresini tefsir etmiştir. Onu dinleyen cemaatin arasında Fenârî de vardır. İzlenimlerini söyle anlatacaktır: "Somuncu Baba¸ öyle bir hutbe irâd etti ki¸ herkes hayran kaldı. Fâtiha Sûresi ile ilgili bizim de bir kısım müşküllerimizi halletti. Sûrenin yedi türlü tefsirini yaptı. Birinci tefsirini bütün cemaat anladı¸ ikinci tefsirini cemaatin bir kısmı anladı¸ üçüncü tefsirini ise anlayanlar pek az kimselerdi. Dördüncü ve sonraki yorumlarını ise pek anlayan yok gibiydi..." Yarın önce Ulu Cami'ye, sonra da Koza Han'a şöyle bir uğrayın bakalım... Belki de oradaki bir paralel evrende hala koza satan Molla Fenari'yle karşılaşacak... Sonraki tefsirleri kendi ağzından dinleyerek anlayacaksınız, kim bilir?!.

Diğer Haberler