Yazarlar

Saat 9

post-img
  İlgi çekici değil mi, tam saat 9 da ve bütün ülkede evlerin pencereleri açılıyor; başlıyor tencere, tava orkestrası. Başbakan bu duruma “tencere, tava; hepsi hava!” diyordu kendine duyduğu öz güven nedeniyle, hemen Tunus’tan döner dönmez, ayağının tozuyla.   Kazlıçeşme’de hormonlu topluluğa hitap ederken geliştirdiği edebî (!) üslubu ile bu veciz (!) söylemine eklentide bulundu; “tencere tava, hava. Gelin buraya (Kazlıçeşme’ye) hava burada, bol bol alın!”   Yetmiyor polisi Gezi Parkını boşaltması ile ilgili olarak; “Sizi kutluyorum, Çanakkale zaferinden sonra en büyük zaferi kazandınız!” anlamına gelen bir şeyler söyledi. Çanakkale’de kime karşı kazandı bu ülke zaferi? Polis Taksimde 16 Haziranda kime karşı ne kazandı?   Yetmedi rahmetli Menderes’in ezanı Arapça okutması ile ilgili olarak; “Kulağı tırmalayan  ‘Tanrı uludur’ o ezan okutmasını, Allahü Ekber diyerek 1950 yılında kendi orijinaline getirdi. Kibar, nazik insandı, O’nu bu nedenlerle astılar." Hitap ettiği topluluk sadece Türkçe biliyordu.   İsviçre’de Davos toplantısında moderatöre “one minute!” demekten öteye İngilizcesi yoktu hani. Müslümanlığın ille de Arapça dilinde yapılması gerektiğine dair kendisinin de İskender Paşa cemaatinden aldığı Selefi tarikince eğitimin, hitap ettiği önündeki topluluğun dini eğilimine uygun düştüğünü bildiği için söylüyordu bunları. Yani dini açıkça istismar ediyordu.   Hızını alamıyor ve Taksimi bilmem kaçıncı defa polisin tarumarı ile biber gazından ve tazyikli sudan kurtulmak için direnişçilerin sığındığı Dolmabahçe Camii içinde kaldıkları 3 gün içinde alkol almadıkları, can havliyle camie girdikleri için ayakkabılarını çıkaramadıklarını, sonra çıkardıklarını caminin hem müezzini, hem de imamı kaç defa açıkladılar. Onlar samimi din adamlarıydı, inançlı insanlar yalan söyleyemezler.   Peki, Başbakan neden açıkça gerçeklerden farklı söyleyerek, din istismarı yapıyordu ki? Çünkü bir ülke ya “ Dar’ül İslam” ya da “Dar’ül harp” olurdu. Dar’ül İslam’sa mesele yok. Dar’ül Harp ise her türlü desise, her türlü gerçek dışı durum; hedefe ulaşmak için kullanıla bilinir. Selefi Tariki böyle söylüyor.   Bu gerçek dışı söylemler dinine bağlı halk için yeterli tahrik sebebidir. Meydana gelebilecek karışıklıkları düşünebiliyor musunuz?   Bir Başbakan kendi halkına bunu nasıl yapar! Konya’da, İstanbul’da eli bıçaklı, sopalı halde bu gençlerin üstüne gelenler, olayların nasıl gelişeceğinin ilk ışıkları değil mi? Başbakan’a bu durumda sormak gerekir; “Cumhuriyet okullarında hiç mi okumadın, hiç mi Cumhuriyetin temel ilkelerinden feyz almadın? Nasıl olup ta Atatürk ve İnönü için “iki ayyaş…” diyebiliyorsun? En hassas konuda bu aymazlık neden? Bu algının değişmesi için bir açıklama gerekmez mi?   “Azınlık bize, kendi yaşam koşullarını dayatmak istiyor” diyordu Kazlıçeşme mitinginde. İnsan Allah’tan korkar. Kendisine dayatılan bir şey yok. Aksine kendisinin o azınlık dediği halk, kesinlikle yüzde 50 nin çok üzerindedir. Bunu ilk seçimlerde göreceğinden emin olabilir.   Hiç çekinmeden Başbakanın olayları nasıl ajite ettiğini gösteren çarpıcı bir örnek daha, hoş şu anlattıklarımızın içinde hangisi ajitasyon değil ki?   Başbakan artık bilsin ki, SAAT 9 rüyalarının bittiği saattir. Saat 9 sayın Başbakan, saat 9… “Saat 9” sözüyle sakın ola ki başka anlamlar çıkarılmasın. Yazının girişinde zaten ne olduğunu İfade etmiştik. Kazlıçeşmede kendisinin söylediği gibi; “Sünni, Alevi, Hıristiyan, Türk, Kürt, Çerkez,Abaza demeden herkesin kardeşçe yaşadığı bir ülke hayal ediyorum!” Evet Sayın Başbakan, o tencere, tavayı çalanlar saydıklarınızdan olup genelde ev hanımlarıdır. Bu durumda seçimleri tahmin edebilirsiniz.    

Diğer Haberler