Yazarlar

Gezi Parkı

post-img
  Tarihi yapı nedir, hangi yapılara tarihi perspektiften bakılmalıdır? Bunun yanıtını bilim kurulları verir, kararını da yerel yönetimler alır, hükümetler değil. Gerçi hükümetler de bazı çok önemli, örneğin insanlık tarihini ya da ülkenin tarihini yakından ilgilendiren ören yerler ya da yapılar için bu tür kararlar alırlar, almalıdırlar. Esamisi kalmamış Gezi Kışlası bu düzeyde değildir. Üstelik tek bir taşı bile kalmamış olan tarihi yapılar yeniden ve birebir olarak, gıcır gıcır inşa edilmezler. Müzecilik anlayışına bilimsel olarak aykırıdır. Unutturulmak istenmiyorsa küçük bir maketi, dönemindeki işlev ve önemi açıklamalı planıyla beraber oraya yerleştirirsiniz, olur biter. Gezi Parkındaki kışlanın Hükümet düzeyinde ele alınması ve projesinin inatla ve üstelik Başbakan düzeyinde, halka zorla kabulü yönünde dayatmalar, “acaba nerelere, ne gibi sözler verildi!”, varit olmasa dahi, kuşkusuna neden olmaktadır. Çünkü Taksim’in bu yöresi ve tarihle ilgili Hükümet düzeyinde bir karar alınacaksa, bu karar 1915 Tehcir olayının anısına Divan Otelin bulunduğu alana dikilmiş olan anıtın taksimde uygun bir mekâna yeniden kazandırılması kararını alabilirdi. Kışladan önce bütün bu alanlar Ermeni mezarlığıydı. Üstelik Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkileri düzeltme konusunda, komşularla sıfır sorun politikası uyarınca İsviçre’de ABD, İngiltere, Fransa, İsviçre Dışişleri Bakanlarının tanıklığında bir takım antlaşmalara imza atmadınız mı? Azerbaycan bu nedenle hop oturup hop kalkmıştı o günler. Sayın Başbakanın acemilik günleriydi o günler. Batı ülkelerinin gazına gelmişti. Dış politikada önemli bir hataydı yapılan. Ne var ki, iktidarının son iki, üç yılında karar almada gösterdiği ‘tek adamlık!’ acullük, ihtiyatsızlık Suriye konusunda da kendini göstermiş ve ancak Obama tarafından ince ayar verildikten sonra, yani son ABD gezisinde Obama ile görüşmeden çıkınca rahatlıkla “fikrinin değiştiğini” açıklamıştı. (Gezi hakkındaki yazımıza bakınız) Taksim ve Gezi Parkı olaylarının en başında, 1 Mayıs işçi hareketini bastırmada gösterdiği başarı nedeni ile amirlerinden önemli övgüler alan polis, üç beş çapulcuyu (!) elbette yuvalandığı yerden kolayca söküp atabilirdi. Özgüven içindeydiler. Üstelik Başbakan “iki ayyaşın yaptığı yasa!” diyerek Atatürk ve İnönü’ye hakaret etmiş, kimseden çıt çıkmamıştı. Dalga da geçmiş, “ben Başbakanım, benim sözlerim elbette gündem oluşturacak. Gündem oluştursun diye söyledim!” diyordu. Yetmiyor, İstanbul’daki çalışma ofisinden bulunduğu gözlemlerini kamuoyu ile paylaşıyordu; “Kadıköy vapurundan inen o kadınların kıyafetleri, ne o öyle! Karışmıyorum ama benim anlayışıma çok aykırı.” “Birbirine sarılmayı bırak, aynı bankta bile oturamazlar!” Gençlerin hayatına, nasıl yaşamaları gerektiğine dair hükümler vaz ediyordu. “İçki içenler (bir kadeh dahi olsa) alkoliktir. Bana oy verenler arasında da içenler var ama ayda yılda bir iki kadeh, o kadar. Onlar alkolik sayılmaz.” “Aksırana kadar, tıksırana kadar iç” “Git evinde iç, sana karışan mı var!” Gezi Parkında yapılacak Kışla için “Karar alınmıştır, kışla yapılacak!” Gösteriler büyüyünce; “Bizi destekleyen yüzde 50’yi evinde zor tutuyoruz. Beş on çapulcunun lafıyla hareket etmeyiz!” Bir Başbakan kendi ülkesinde iç savaş tehdidinde bulunur mu? İlk meyvesini Rize’de 5 Haziran gecesi geç saatlerde vermiş görünüyor; 100/150 kişilik STK üyesi genç basın açıklaması yapmak istiyor ve 1500 kişilik karşı görüşte olanların linç eylemiyle karşılaşıyor. Ankara’da da göstericilerle polis arasında çatışmalar tırmanarak sabaha kadar devam edecek gibi görünüyor. Ne diyebiliriz “Allah ülkemizi korusun” demekten başka!  

Diğer Haberler