Yazarlar

Bordo bisiklet

post-img
Burunlu BMC otobüsüyle Keles'ten, Bursa'ya her sabah yolcu götürür, aynı günün akşamında da gidenleri geri getirirdi babam o yıllarda. Üstünde bagajı vardı aracın. Ve arka taraftan çıkılan bir de demirden merdiveni. Artık mevsimine göre satacak fasulyesi varsa seyyahların, çileği, patatesi, melkisi, ahşap sandıklarda ya da sepetlerde oraya sıkı sıkıya düşmeyecek bir şekilde yerleştirilir, boş kalan yerlere ayaklarından bağlı vaziyette keçiler, kuzular, bazen de tavuklar konurdu. Tahtakale Meydanı'ydı Bursa'daki durak yeri. Dağ yöresindeki tüm yerleşim alanlarında yaşayanlar ürünlerini oraya indirirler, birkaç saat içinde sattıktan sonra da ellerine geçen parayla gaz yağını, tuzunu, basmasını alıp, evlerine geri dönerlerdi. Tahtakale aslında binlerce yıllık bir Pazar yeri. Taş duvarlardan örülü asıl kale içinde meskun halk, haftanın belli günlerinde dışarı çıkıyor ve oradan sebze meyve ihtiyacını karşılıyor... Mis gibi çilek ya da domates kokardı her yer; bazen de biber. Ancak, Keles'e geri dönelim ve babamın otobüsüyle beraber her akşam ilçeye gelişini beklediğim şimdiki belediye binası önündeki yola revan olalım... Önce dönen yolcuların yüklerini indirdi yavaş hareketlerle. Sonra bana karşıdan el ederek "yaklaş" işareti yaptı. O ılık yaz günü üstümde bir tişört, altımdaysa kısa pantolonum vardı. İlkokul birinci sınıfa başlamıştım. İki elimi arkamda bağlamış vaziyette yaklaştım... Kalan son yükü indirdi ardından... İşte hayalim karşımda belirmişti: "Bordo renkli küçük bir bisiklet." Bit pazarından, ikinci el satın almış, sağını solunu tamir ettirdikten sonra da direksiyonuna "çın çın" öten bir zil taktırmıştı. Hayatımda ilk defa bir bisiklete binecektim. Bindim de... Otuz-kırk metre öteye kadar hiç düşmeden gittim aslında. İlerideki kaldırım taşına toslayana kadar frene basman gerektiğini hiç bilmiyordum açıkçası. Arkamdan koşarak gelen babamın, "Frene bassana oğlum" uyarısıyla öğrendim bu gerçeği! Açıkçası, sonraki yaşamım boyunca da frene basmayı hiç sevmedim, hep tam gaz sürdüm hayatı! "Çocuk" denilince aklıma önce bisiklet gelir. Bisikletsiz bir çocuk, çocuksuz bir bisiklet düşünemem... Bir Ramazan topunun patlatılmasını izledikten sonra eve iftara yetişebilmek için haldır haldır tam gaz hızla çevrilen pedallar, önünde yürüyen birini uyarmak için "çın çın" öttürülen ziller, rüzgar gibi adeta uçarak gidilen menziller gelir aklıma. Ve elbette pek çokları gibi çocukluğumu özler, düşünürüm... O bordo bisiklet elim ayağım oldu sonra benim. Oturduğumuz evin bahçesinin sekiz-on basamaklı merdivenlerinden tek başıma indirir, aynen bir küheylanmışçasına ilk pedalı basmamla birlikte yıldırım hızıyla fırlardım Zekke (Zekiye) yengenin evine doğru. İzzet enişteyle birlikte kahvaltı yaparlardı camın kenarındaki bir sedirin üstüne kurulu yer sofrasında genellikle. Her seferinde beni de davet ederler, oturmayacağımı bildikleri için de pek ısrar etmezlerdi. Sonra Zekke yengeyle evin altındaki ahıra birlikte iner, elimdeki plastik kapaklı kaba sağıp doldurduğu sütle birlikte eve geri dönerdim. Her gün muntazaman 2 kilo süt alırdım bordo bisikletimle birlikte oradan. Tavuklarımız da vardı evin yanındaki kümeste. Her sabah folluktan sımsıcak yumurtaları toplayıp getirir, annemin önüne koyardım. Kuzine sobanın üzerinde yeni pişmiş süt, içine şeker ya da bal koyar ve bir çiğ yumurtayı kırıp bardağın içine karıştırarak hepimize içirirdi. İzzet enişte çok daha önce gitti de Zekke yenge yeni göçtü sayılır öte aleme. Bizde cenazeler toprağa verilmeden önce kendi evinin önünde bir süre bekletilir, taziyeler alındıktan sonra duası okunup, önce camiye, sonra da defin için kabristana götürülür. O kare hiç çıkmaz aklımdan... Üç kişi ağlıyordu babamın tabutunun önünde son yolculuğuna uğurlanmadan önce bekleşenlerin arasında hıçkırarak: "Yakın arkadaşları Ormancı İsmail abi, Basaklı Hüseyin abi ve Zekke yenge..." İşte o gün öldü çocukluğumun geriye kalan büyük bir parçası.! Babamla birlikte bordo bisikletim de gitti. Bir parça daha büyüdüm her sayfasında ayrı bir öykü gizli hayatımın gizemli sayfaları arasında. "Çocuk bayramı" demek, baba, ata demek... Yapmacıklık kokan tavırlarla çocukları o koltuklara oturtarak bayram filan kutlanmaz! Gücünüz yetiyorsa şayet, babalarını ve bordo bisikletlerini geri verin çocukların... İşte bayram, o vakit bayram olur asıl!

Diğer Haberler