Yazarlar

Hayırlı Cumalar

post-img
Milyonlarca yıl önce bir ateş topu olarak Güneş'den kopan,evrende kendine bir yer bulan Dünyamız'da; tek bir hücreden, milyonlarca hücreye ulaşan,bedeninin yüzde 70'i sudan oluşan,et ve kemikden insanlarız. Duygularımız, hırslarımız, savaşlarımız, sevgilerimiz, öfkelerimiz ve gözyaşlarımızla üç günlük yaşamımızda; doğar, yaşar ve ölürüz.İşte bu nedenledir ki yaşamla ölümün içiçe geçmişliğinde hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya, hemen ölecekmişiz gibi dua etmeye koşullandırmışızdır kendimizi... Ölüm gerçeğini unutmadan ama yine  yaşamın güzelliklerinin de bizlere sunulduğu bilinciyle dolu, dolu yaşamaya bakarız. Kitaplı dinlerin sonuncusu olan İslamiyet de bunun böyle olması gerektiğini öğretmemiş midir inananlara?... "Fit dünya haseneten, fit haseneten ahiretin" Bilenler, bu Kuran kelamının; "Dünyayı cehenneme çevirenlerin, cennet vaadlerine kanmayın.Önce dünyada cennet" anlamına geldiğini iyi bilirler.Çünkü İslamiyet; insanlara dinde hoşgörüyü,kolaylığı, güzellikleri getirmişdir. Çalışmanın ibadetle eş değerde tutulduğunu, Tanrı ile kulun arasına gririlmeyeceğini, Tanrı'nın her yerde olduğunu, O'na dua ile ulaşmak için yer ve zaman sınırlaması yapılamayacağını da öğretmişdir. Ve yine İslamiyet der ki: "İnsan kesinlikle tutulup, kaldırılmalıdır.Dinin sahibi Allah'dır, peygamberler Allah'ın elçileridir. Bilim adamları da peygamberlerin elçileridir. İslam Allah'ın iradesine teslim olmakdır. Allah'ın iradesi de bugün Kuran'la temsil edilmektedir. Dinde ibadette arttırma ya da eksiltme yapanlar zulmetmektedirler.Bir başka deyişle 30 gün yerine 35 ya da 20 gün oruç tutulmasının söylenmesi, kişiye eziyet etmek, kişiyi zora koşmakdır." Ne yazık ki  bir hoşgörü ve güzellikler dini olan İslamiyet; bugün insanların huzura ermesi için amaç olmakdan çıkarılıp, araç olarak kullanılmaya başlanmışdır. Bu durumun ne gerçek müslümanlıkla, ne de Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Anayasası ile bağdaşır yanı yokdur. Oysa ATATÜRK İLKE ve DEVRİMLERİ ile HALİFELİK kaldırılmış, din ve devlet işleri birbirinden ayrılmışdır. Çünkü Osmanlı döneminden, yeni Türkiye'ye miras kalan çeşitli dinlerin binlerce yıllık birlikteliğine dayalı bir toplumda en sağlıklı yaşam biçimin LAİK DEVLET anlayışı olduğunu ULU ÖNDERİMİZ daha başlangıçda görebilmişdir. Buna karşın; 100. yaşına bir kaç yıl kalan Cumhuriyetimiz'de ATATÜRK İLKLERİ'nden ödün vermek için uğraşanlar, LAİKLİK İLKESİ'ni çiğnemeyi kendilerine görev edinenler  1950'lerden beri Türk Siyasal Yaşamı'na adımlarını atmışlar, halkımızın duygularını sömürerek, oy toplama yolunu denemeye başlamışlardır. Ve bugün de öylesine davranışlara girişebilmektedirler ki... Toplumumuzda yalnızca İslam dinini bilenler, doğru uygulayabilenler onlar da..."Din ile devlet işleri karıştırılmamalıdır, din siyasete araç olmamalıdır.Tanrı ile kulun arasına girilmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti laikdir, laik kalmalıdır" diyenler dinsiz... Toplumun bir bölümü işini, gücünü bırakmış; toplumun bir diğer bölümünün günahlarının çetelesini tutmakdalar. Onlara göre; Tanrı'ya şükredip, O'na ulaşmayı amaç edinirken,yaşamsal işlerini de yasalar çerçevesinde, uygarca sürdürenler yanlış yoldalar. Ama insanların gözlerini ikiyüzlülükle boyayarak; dini siyasete araç olarak kullanıp, insanların dinsel duygularını sömürerek oy toplayanlar ya da kendilerine ayrıcalık sağlayanlar doğru yoldalar. Adım başında; böylesi din bezirganlarını gördükçe...Onların çalışmadan yaşamlarını sürdürebilmelerini izledikçe...Ve büyük bir cesaretle, cüretkarlıkla yaşamlara karışmaya kalkışmalarını izledikçe...Bu olumsuz tutum ve davranışların etkisiyle...Toplumsal yaşamda inanç sarsıntısı geçirenlerin çoğaldığını görüyoruz. Gerçek dindarların da; DEISTLER'in ve daha da ötesi ATHEİSTLER'in sayısındaki artış nedeniyle kaygılanışlarına tanık oluyoruz. Ne diyelim?...Tanrı Türkün yurdunu; dinsel içerikli kardeş kavgalarından korusun!...Amen!...

Diğer Haberler