Yazarlar

Üretim Toplumuna Doğru

post-img
*Soğana bile muhtaç edilmişken ülke...Bir kez daha dile getirelim; üretim toplumu olmanın önemini değerli okur izninizle... Kalkınma olgusu; ekonomik ve toplumsal yönüyle bir bütündür. Bir ülkenin nüfus yapısı da o ülkenin ekonomik yapısını yakından ilgilendiren etkenlerden biridir. Çünkü nüfus artışı; azgelişmiş ülkelerin ekonomik ve toplumsal gelişmelerini etkiler. Bilindiği gibi Türkiye’de hızlı bir nüfus artışı vardır. Üstelik nüfusu denetlemeye yönelik politikalar yalnızca ülkemizin Batısı’nda uygulanabilirlik bulmuş, buna karşın Doğusu’nda pek onay görmemiştir. Dolayısıyla beslenmeden öğrenime, sağlıktan işe almaya değin pek çok sorunla karşılaşan bu artan nüfus Batı’ya yönelmiştir. Batı’da sorunlarına çözüm bulmak yerine Batı’da yeni, yeni sorunlara neden olmuştur. 1980 öncesinin düzen değiştirme özlemleriyle yanan, tutuşan dünün II.Cumhuriyetçiler’i; bu sorunlara çözüm uğruna, pek çok modeller tartışmışlardır. Örneğin; MAO’nun “Kırmızı Kitabı”nı başucu kitabı belleyip, Amerika’nın kültürel emperyalizminden kurtulma söylevleri vermişlerdir ya da LENİN’in kitaplarını yutarcasına okuyup “Nasıl yapmalı?” diye sormuşlardır. O dönemlerde KADDAFİ’nin İslam sosyalizmi bile tartışılmış ve sonuçta da bu tartışmalar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Ulusu’nun karşısına iki ayrı düşman kitle üretmiştir; PKK eşkiyasını ve şeriat özlemcilerini… Ve o dönemlerde başlamıştır; Türklük’le kıvanç duyanların, “Vatan-Millet-Sakarya Edebiyatı” yaptıkları gerekçesiyle şovenistlikle suçlanmaları… Şöyle bir geçmişimize baktığımızda; yoklukla kazanılmış bir BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZ var… Üstüne, üstlük Osmanlı’nın yedi düveline olan borcunu bile ödemiş, ayağında çarığı kalmamış Türk Ulusu… Böylesine yokluktan bir ülke yaratan bu Türk halkı; bugün, gerçekten olması gereken yerde midir?... Ve sonraki yıllar, II. Dünya yılları; yaşayanlar bilirler… HITLER; tüm Balkanlar’ı ezip geçip de, Trakya’dan Kuzey’e neden yöneliyor ?... Çünkü Alman Büyükelçisi Von PAPEN Türkiye’yi ve Türkler’i çok iyi tanıyor. HITLER’e; “Türkler’i askeri gücünüzle korkutamayacağınız gibi, açlıktan da öldüremezsiniz. Çünkü en az 10 yıllık buğdayları silolarında” diyor. İlerleyen yıllarda bizler “Yerli malı, yurdun malı; her Türk onu kullanmalı” ilkesiyle yetişiyoruz. Daha sonra Kıbrıs Barış harekatı ya da Türklük onurunun ve gücünün dosta, düşmana bir kez daha anımsatılışı… Ardından gelen ekonomik ambargolar ve o dönemde kendi yağımızla kavruluşumuz… Bir benzerini Türk Ulusu’nun BAĞIMSIZLIK SAVAŞI’nı verirken 1920’lerde yaşadığı gibi… Ve bir başka benzerini II. Dünya Savaşı yıllarında, 1940’larda yaşadığı gibi… Ve bugün de, bu ekonomik açmazlarımızdan çıkmak için, bir kez daha yaşamamız gerektiği gibi; KENDİ YAĞIMIZLA KAVRULMAK… Çünkü biz Türkler; Dünya cenneti bir ülkede yaşıyoruz. Doğal kaynaklarıyla, iklim koşullarıyla Tanrı/Doğa vermiş de vermiş… Ama bizler bu varlıklarımızı görmezden gelip, gözü çöplükte çapkınlar gibi, sürekli yabancı mallara özlem içindeyiz. İç pazardaki malların fiyatlarını denetlemek için ithal ikamesine girişiyoruz, ardından yerli üretimimiz gerilemek şöyle dursun, bütünüyle pazardan siliniyor. İşte çikita muz ve neredeyse yok olan Anamur muzu örneği… İşte Amerikan pirinci ve Trakya’nın kuruyup giden çeltik fabrikaları…İşte tütüncülüğümüzün öldürülüşü, pazarımıza giren Japon ve Amerikan tütünleri… İşte kuş gribi bahanesiyle köy tavukçuluğunun bitirilişi… İşte ülke zeytinciliği üzerine yıoynanan oyunlar… İşte açık süt içilmesin kampanyasıyla, dev şirketlerin pazar payının artışı… Her şey; rahmetli Kemal SUNAL’ın “Küçük Bakkal, Süpermarkete Karşı” filminin öyküsü gibi… Sonuçta; küçük ve belki de orta ölçekteki işletmelere yaşam hakkı tanımama, uluslararası ya da ulus-ötesi Dünya devlerinin açık pazarı olma yolunda hızla yol alışımız… Sözün özü, ulusal kimlik arayışlarında sapmaları olanlar için kullanılan, Orta Asya’dan atalarımızdan bir deyim bu ama; bu kez ekonomi bağlamında kullanılsa yerinde olacak gibi… İşte şöyle demek istiyorum: EY TÜRK ULUSU, TİTRE VE KENDİNE DÖN… Kendi kendine yeterli ekonomini yeniden canlandır, sanayileşme ve kentsel yerleşim alanlarına dönüştürerek topraklarını kirletme… Yerli malı kullanmanın erdeminden söz et yetişen çocuklarına… Ve üretmeden tüketmenin bir yanılgı olduğunu, sonuçta dışarıya avuç açmanın zorunluluk olacağını anlat… Ve de ÜRETİM TOPLUM MODELİ’ne ulaşmayı ilke edin, çok gelişmişlerin/sömürgenlerin açık pazarı olmayı değil…Yoksa bu karmaşık ortamda, düzen arayışlarındaki düzenbazların elinde; ekonomik bağımsızlığınla birlikte, ulusal bağımsızlığın da sözde kalacaktır.

Diğer Haberler