Yazarlar

Hayatım Roman Değil, Saçma Sapan Bir Hikaye (4)

post-img
Bir kaç ay sonra Nihat’ın tayini Bursa’ya çıktı. Can biraz daha serpilmişti. Baba oğul Bursa’nın altını üstüne getirdiler ve pek sevdiler. Nihat ve Özge artık Bursa’da yaşamak istediklerine karar verdiler. Satılık ev aramaya başladılar. Eski Bursalılar’ın olduğu bir semtte inşaat halindeki bir daireyi satın alıp kısa sürede buraya taşındılar. Nihat dış göreve gönderilse bile on beş günde bir gidip geliyor, pek sevdikleri Bursa’dan ayrılamıyorlardı. Yıllar onlar için de hızla akıp gidiyordu. Can’ın okul çağı geldiğinde yaşını iki yıl büyüttüler. İlkokula başlayan Can’ın okul başarısı hiç de fena değildi. Annesi Özge onunla gurur duyuyor, her fırsatta bunu oğluna da hissettiriyordu. Zaten duygularını yoğun yaşayan bir kadındı. Biricik Can’ını öpüp severken dayanamaz bazen ısırırdı. Bu sevgi gösterilerinden Can da çok memnundu. İlkokulu bitirdiğinde babası Nihat da 41 yaşında emekli oldu. Emekli ikramiyesiyle bir araba ve taksi plakası aldı. Mahalledeki ikinci arabaydı onlarınki. İlki Almanya’dan kesin dönüş yapmış bir gurbetçinin hiç kullanmadığı, branda örtülü Mercedes’i, ikincisi Can’ların Anadol’u. Babası hep derdi ki; “Bir babanın evladına dört görevi vardır. Araba kullanmayı öğretmek, yüzmeyi öğretmek, silah kullanmayı öğretmek ve iyi bir isim bırakmak. Can isminden memnundu. Sıra araba kullanmaya gelince, henüz 13 yaşında ayakları pedala ermediği halde tek parça ön koltuğa sahip Anadol’da babasına iyice yanaşarak direksiyon tutmakla başladı. Aile geleneği olarak yılda 15 gün çadırlı kamp gezisine çıkıyorlardı. Bir yerde 2 gece kalmamacasına. Bu gezilerde babasından yüzmeyi de öğrenen Can, 12 Eylül öncesinin o karanlık günlerinde silah kullanmayı da öğrenmek için sabırsızlanıyordu. Babası, Can’ın arkadaşlarının tabiriyle “kafa adamdı.” Hep birlikte arabaya binip, devrin moda faaliyeti olan yazı silmeye yahut yazı yazmaya giderlerdi. Öyle yıllardı ki, yolda kurşunlanarak infaz edilmiş ve üzeri gazeteyle örtülmüş bir cesetle karşılaşmak çok da şaşırtıcı değildi. Okulların açılacağı Eylül ayında babası dolabından 7.65 Alman Browning marka bir silah ve Geco marka bir kutu mermi çıkardı. Ne okulların, ne sokakların güvenli olmadığını söyleyen babasıyla bir kaç kez Uludağ’da atış talimi yaptılar. Allah’tan 12 Eylül darbesi oldu da, Can o silahı bir daha hiç görmedi. Vefat ettiğinde babasının eşyaları arasından da çıkmamıştı. Ergenlik ve gözü kör olası Mendel kanunları Can’ın lise başarısını menfi yönde etkilemişti. Yok yapışık kulak memesi, yok kan grubu, çekinik ya da baskın karakter… Bunlar Can’ın anne ve babası hakkında kuşkular duymasına sebep olmuştu. Liseyi beş yılda bitirebildi. Hep bu sebeplerle. Yoksa aptal değildi. Aksine iki kademeli üniversite sınavlarında, dershane yahut özel ders yardımı almaksızın binde dörtlük dilime giren başarılarla Hukuk Fakültesi’ni kazanmıştı. Can’a anacığından ayrılacağı İzmir yolları görünmüştü. Ailecek buruk bir sevinçle hayırlı olsun dileklerinde bulundular. . . / . . Yazının devamı yarın yayınlanacaktır…

Diğer Haberler