Yazarlar

Sarnıç Köyü

post-img
Çökene dönüşü Aydın KURMUŞ kanımıza giriyor, Sarnıç köyünde bir semerci ustadan bahsediyor. “Şunun şurasında semer isteyen kaç eşek kaldı ki?” deyip kaybolmakta olan bu sanatı da fotoğraflayalım istiyoruz. Wellcome to Sarnıç Çökene’nin girişindeki ‘Hoş Geldiniz’ tabelası ve camisinden yirmi metre uzakta, meydanın ortasında kalmış minaresi gülümsetiyor bizi. Let’s go! Olağan hoş geldinler sırasında, kelimenin tam anlamıyla zıp zıp zıplayan, yerinde duramayan bir ihtiyar sıyrıldı aradan. “Beni çekmeye mi geldiniz?” diye sorarken göz ucuyla da grubumuzdaki tek kadın Semra hanımı süzüyordu. Açıkçası pek gözü tutmamıştı Semra hanımı. “Sen de resim çekebiliyon mu?” diye sordu merakını yenemeyip. Öyle ya, kadından da fotoğrafçı mı olurmuş? Gülüştük bir süre. “Öğreniyor” filan deyip geçiştirdik. “Kıyafetlerimi giyeyim o zaman” deyip, mutlaka fotoğraflanacağına dair bir emrivakiyle “Let’s go” diye bağırarak uzaklaştı. Öğrendik ki; Amcanın adı Ahmet YAVUZ. 81 yaşında, Kore gazisi. Eh, buraya kadar pek de olağanüstü görünmüyordu hikaye. Asıl bundan sonrası çarpıcı. Ahmet amca savaşta esir düşmüş. Tam 10 yıl esarette yaşadıktan sonra, esir mübadelesiyle yurduna dönebilmiş. Eşi Asya nine daha gencecik bir gelinken, öldü dedikleri eşini, bir gün döneceği inancıyla tam 10 yıl beklemiş. Görümceleri “Kocan öldü, babanın evine git.” dedikleri halde inatla gitmemiş. Bebeğini büyütüp, kendi tabiriyle ‘ere varmamış.’ Bir gün çıkıp gelmiş Ahmet YAVUZ.” Askeri elbiselerini giyip madalyasını takmış Ahmet amca ve şimdi 81 yaşında olan eşi Asya nineyle evlerinde buluştuk. Abidin mutluluğun resmini yapamamıştı ama biz aşkın fotoğrafını çektik Sarnıç’ta. Ahmet amca eşinden söz ederken gözleri doluyor. Hele Asya ninenin Ahmet amcaya bakışları… Evinin bahçesinde, uzun bir direğe çekilmiş bayrağımızın altında, uzun uzun pozlar verdi bize Ahmet amca. Aman üşütürsün, hastalanırsın dediysek de dinletemedik. “Bu ihtiyar hep böyle zıp zıp mıdır?“ “Ara sıra ayarı bozulur, hastalanır. Askeriye gelir, alır bunu. Bir iki ay tedavi eder, bakımını yapar, sonra geri getirir. Gelir gelmez de yine zıplamaya başlar” dediler. Türkmenlerin bu samimi anlatımı epey güldürdü bizi. Asya ninenin laf arasında, Ahmet amca hastalanırsa “bir telefon ediveririm, askeriye gelir, alır, iyileştirir onu.” diye emin bir ifadeyle konuşması, ordunun bu gazisine sahip çıktığını ve köylüler arasında sarsılmaz bir güven oluşturduğunu anlamamıza yetti. Ahmet amca yine “Let’s go!” deyip, muhtar Mehmet KAYA ve birkaç köylüyle bizi semerciye götürdü. Semerci Halil İbrahim ERİM (62) ve eşi güler yüzle karşıladılar kalabalık grubumuzu. Evinin alt katında küçük bir odayı atölye haline getirmiş. Mesleğinin güzel zamanlarından konuşuyoruz bir müddet. Şimdilerde diyor, ayda yılda bir tane sipariş geliyor. Çoğu da eski semerlerin tamiri işi zaten diye ekliyor. Elinden gelen bir iş diye sürdürüyor sanatını. Yoksa geçinmek mümkün değilmiş semercilikle. “Aslında ben semerciliğin öldüğünü, dağda ilk kez kamyon gördüğümde anlamıştım.” diyor. Köy meydanına dönüyoruz. Kahvede bir şeyler içerken, köyün ihtiyarlarının kahvede değil, köy odasında oturduğunu fark ediyoruz. Biz de odanın kapısını aralayıp; köyün delikanlılarıyla oturup konuşmak istediğimizi söylüyoruz. İhtiyarların yüzüne tebessüm yayılıyor, “Yanlış geldiniz, burası sübyan koğuşu.” diyorlar. Tebessümlerinden bize de veriyorlar bolca. Köy odası halı kaplı. Divan ve koltuklar dizilmiş duvarlara. Bir de 1.000 dereceyle yandığını tahmin ettiğimiz büyük bir soba var içerde. Sigara içmek yasak. Malum; sübyanlara zararlı! Arif GÜRBÜZ(84), Akif ACAR(95), Durali TURA(86) ve içerdeki diğer delikanlılarla sohbet ediyoruz. Konuşmalar mutlaka tebessümle, alçak sesle ve etkileyici bir dinginlik ifadesiyle yapılıyor. Bu koca çınarları dinlemeye doyamıyoruz. Gitme vakti geldiğinde, kırk yıllık dostlar gibi sarılarak vedalaşıyoruz, Semra hanımın fotoğrafçılığına ikna olmamış Sarnıçlı dağlılarla…

Diğer Haberler