Yazarlar

Kötülüğün Sıradanlığı

post-img
Hangi iki kelime bir araya gelse “yerinde bir kavram" ve düşündürücü bir anlama kavuşur derseniz; bence cevabı, Hannah Arendt’ten “ kötülüğün sıradanlığı ” olurdu. Çağrıştırdığı şey öyle güçlüdür ve örnekleri peşi sıra akla getirir ki, sanki uzun zamandır aradığınız anahtarı bulmuş, o çok istediğiniz kapıyı açabilmişsinizdir artık. Bir şeyin adını koyabildiğinizde rahatlarsınız. Yolunuzu açmaya daha yakındır sonunda anlayabildikleriniz. Teşhis tamamdır da, çözüme gidebilmiş midir? Üstüne bu kadar konuşuyorsak, dersimizi almamışız demektir. Bugün ülkemizde de yaşadıklarımız üzere, kötülüğü sıradanlaştıranlar ya da sıradan olduğunu düşündükleri şeyin; zarar, yıkıcı, akışı kötüleştiren gibi sıra dışı ve üzücü sonuçlar yarattığını anlamıyorsa, kötülüğe eğdiği o boynunu düzeltmiyorsa; çözüme değil belki ama "hiçbir yere" gidebiliriz elbette. Bu sırada, zaten bunu bilenlerle çözümü konuşmanın, birbirimizi oyalamaktan başka bir getiriye sahip olmadığını da çok iyi bilmiyor muyuz? Nazi Almanyası ve özellikle de Adolf Eichmann yüzünden ortaya çıkmış bir kavram olsa da, “Asıl sorun tam da Eichmann gibi onlarca insanın olmasından, onlarcasının ne sapık ne de sadist olmasından; ne yazık ki hepsinin eskiden de, şimdi de dehşet verici bir biçimde normal olmasından kaynaklanıyordu” sözleri hala devam eden, hepimize tanıdık, hepimize yakın tarihin sebeplerinden biri gibi gelmiyor mu? Normal insanlar, normal bir gün, normalleştirilen yasaklar; söylemler, davranışlar, asarız ve keserizler, katliamlar, bombalar.. Buyurun işte, tam tanımı gibi; hepsi de idrak yollarımızdan çoktan geçmiş: kurala uygun, alışılagelen, olağan, düzgülü, aşırılığı olmayan, uygun. Vicdanlarımızın, süresi kısalan çığlıkları.. Bir sonraki aşama fıtrat, en sonunda sıradan ve normal. Bu kötü sıradanlara itirazı olanı da ilmek ilmek işleyip, yavaşça sindiren bir mekanizma. Sıradanlıktan kasıt, normal seyrinde devam eden bir yaşam, kuralları ve çizgileri belirgin, kendi halinde. Yine de tek tek her birisi “sıradan”, “masum”, “aile babası” olan; ama bir “dava”, bir “nihai çözüm” için bir araya geldiklerinde, görünürde kötü olmayan bu sıradan insanların büyük kötülükler yaptığı bir mekanizma. Düşündürmemek üstüne kurulu bir mekanizma. Astlarının üstüne bas, üstlerinin eteğini öp. Soykırımın uygulanması sorumlularından olan Nazi subayı Eichmann'da öyle demişti: "Ben sadece üstlerimin bana verdiği görevleri yerine getirdim" Menfaat mi? Görev aşkı mı? İnanç mı? Neydi bu? Onu bilemeyiz belki ama o şunu bilmeliydi: “İnsan düşünmeye başladığında artık etrafına körü körüne saldırmaz. Düşünen kişi yumrukla tepki vermez, önüne geleni yalayıp yutmaz. Hiddet ve saldırma arasına sokulan bu ara an herşeyin iyi olacağı inancının kökenini oluşturur.” / Adorno Fikirsizliğin yarattığı zararlı sonuçlar bir yana, kötülüğü sıradanlıkla saklamak da insanların en çok başvurduğu yöntem değil mi? Tabi ki ayrık otuna, farklılığa getirilen süslü suçlamalarla da algı değişip, konunun kapanması da yöntemin devamı. Gündelik yaşamda, en basit “Sence ben hiç böyle bir şey yapar mıyım?” diye niye sorar insanlar? Sıradanlığını mı suçsuzluğunu mu onaylatmak istiyor? Örneğin, seri katillerin profili de "sessiz", "sakin", "adapte", "aslında normaldi" değil mi? Hem bizler de rahat rahat yazıyor, rahatça dillendiriyor, üstüne hayatımızı yaşıyoruz. Konu etmekten bile yorulduk. Sahi, biz bu kadar sıradanlaşmış kötülükleri ne zaman kanıksadık? Ne zamandan beri sessizliğimizin payı, sonunda ağzımızın payına dönüştü? Aklıma gelmişken; Ah bir de ne yaptığını bilmeden ve düşünmeden bilme hali, sence kişiliğin hangi hali?  

Diğer Haberler